www.birdelikizinturkusu.blogspot.com

bir deli kızın türküsü

Comments: (0)
   Dün Aleyna ile birlikte, "Evim" animasyon filmini izlemeye gittik. Aleyna tabii ki çok mutluydu. "-Bu benim en güzel günüm." deyip duruyordu.:-) Ayıptır söylemesi, patlamış mısırımızı, suyumuzu aldık ve filmi keyifle izlemeye başladık. Öncelikle şunu belirteyim, izlemeye başladıktan sonra öyle hızlı bir şekilde ara vakti geldi ve sonrasında da öyle hızlı bir şekilde film bitti ki, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Bu sanırım size, ne kadar sürükleyici, eğlenceli bir film olduğunu anlatmaya yetmiştir. Zaman zaman hüzünlü geçişleri de olan ama çoğunlukla komik, eğlenceli, hareketli bir filmdi.Bu arada görsel efektleri de güzeldi. Sadece, benim düşüncem, filmin süresi biraz daha uzatılarak ya da süre daha iyi kullanılarak, 'Of' ile 'Lüle' arasındaki dostluk daha yoğun bir şekilde işlenebilirdi. Ama yine de genel olarak çok güzel bir film izledik. Sinemadan mutlu bir şekilde ayrıldık.
 Filmin konusunu anlatmıyorum. Çünkü bana kızmanızı istemiyorum.:-)  Ama eğer keyifli bir gün geçirmek istiyorsanız; çocuğunuzla, olmadı eşinizin, dostunuzun çocuğuyla, olmadı boşverin gidip rahat rahat izleyin.:-)  İyi seyirler...:-) 
(Resimler alıntıdır.)

Ahmet Emir'i dördüncü ay aşıları için sağlık ocağına götürdüğümüzde, hemşire hanım, Ahmet Emir'in demir ilacına başlaması gerektiğini belirtti ve bize "Vegaferon" adında bir demir ilacı verdi. Ahmet Emir 7 kilo olduğu için de, günde 7 damla vermemiz gerektiğini ekledi. Biz, 3-4 gün bu damlayı verdik. Sonra; bebeğe, neden kan yapıcı demir damlaları verdiğimizi merak ettim. İnternete girdim ve başladım araştırmaya. Konuyla ilgili araştırmaları,forumları, yazıları okudum. Sadece anne sütü alan ya da (anne sütünün yetmediği durumlarda) anne sütüyle beraber mama da alan bebeklerde ilk altı ay (özel bir durum yoksa) demir seviyesinin yeterli olduğu belirtiliyordu.Altıncı aydan sonra ise; ek gıdalara başlandığında , bebeğin demir seviyesinin artık yeterli olamayabileceği belirtiliyordu. Böyle bir durumda da bebeğe kan tahlili yapılarak, eğer kan değerleri düşükse demir damlalarına başlamanın daha uygun olduğu belirtiliyordu. Ayrıca demir damlalarında sağlığa zararlı olan 'paraben' bulunduğu belirtiliyordu. Hatta 2012 yılında, sağlık ocaklarının dağıttığı 'ferro sanol' denilen demir ilaçlarının, yapılan analizler sonucu, kullanıma uygun olmayan bazı serilerinin, sağlık bakanlığı tarafından eczane, depo ve hastanelerden geri çekildiğini öğrendim. Üstelik, bebeği dört aylıkken demir damlalarına başlayan ve bebeğinde kabızlık sorunu başta olmak üzere çeşitli sıkıntılar yaşayan annelerin yazdıklarını okudum. Demir, sindirimi zor bir mineral olduğu için bebeklerde çeşitli sıkıntılar yaratabiliyormuş. Ayrıca bebeğin demir seviyesi zaten yeterliyse, fazladan verilen bu demir damlaları , zehirlenmeye veya gelişim bozukluklarına sebep olabiliyormuş.
 Ahmet Emir'in doktoruyla görüştüm. "Zorunlu değilsiniz ama biz tavsiye ediyoruz. Yalnız demir damlaları verdiğimiz bebeklerin bazılarında, demir emilimi zor olduğu için bebekler bazı sorunlar yaşayabiliyor. Biz bu durumda demir damlalarını kesip bir ay sonra tekrar deniyoruz.Karar sizin. "dedi.
Eczacımızla da görüştüm. "Biz demir takviyesini genelde yedinci aydan sonra öneriyoruz. Sağlık ocakları dördüncü ayda veriyor. Ama bebeğinize demir ilacı verip vermemek sizin kararınız. Ben kendi çocuklarıma vermedim." dedi.
Biz eşimle bu konuyu detaylı bir şekilde düşündük. Bebeğimizin gelişiminde de maşaallah bir sorun olmadığı için, Ahmet Emir altı aylık olana kadar, demir damlası verme konusunu askıya aldık. Bebeğimiz altı aylık olduğunda, yine doktorumuzla da görüşerek, kan tahlili sonucuna göre hareket edeceğiz. Tabii bu bizim kendi bebeğimiz için verdiğimiz, kendimizce en doğru karar. Siz de bu konuyla ilgili karar verirken, araştırmalı, okumalı, doktorunuza ve eczacınıza da danışarak, bebeğinize en uygun olan kararı vermelisiniz. Çünkü her bebek farklıdır.

Ahmet Emir'i, salı günü(24 Mart 2015), sağlık ocağına, dördüncü ay aşılarını yaptırmaya götürdük. Bir bacağından zatürre, bir bacağından karma aşısı yaptılar. 
Ben de bu aşılarla ilgili internette araştırma yaptım. Merak ettiğim sorulara cevap aradım. Bebeklerimize yaptırdığımız; ancak neden yaptırdığımızı bilmediğimiz bu aşıları, tanımamız gerektiğini düşünüyorum.

İşte bu konuyla ilgili sorular ve uzmanından cevaplar:

İçinde virüs ya da bakteri bulunan aşılar bebeğe zarar veriyor mu?
Aşılar içindeki bakteriler ve virüsler, çoğalma yani hastalık oluşturma yeteneklerini kaybetmiş olup, zayıflatılmış veya ölü yapıdadırlar. Aşı yapılan çocuk sadece bağışıklık (hafıza hücreleri) oluşturacak kadar virüs veya bakteriye maruz kalır. Bu sebeple bebeğe zarar değil aksine fayda sağlarlar.

Aynı günde iki canlı aşı yaptırılabilir mi?
Aynı günde iki canlı aşı yapılabilir, mahsuru yoktur.

Karma aşı bebekleri hangi hastalıklardan koruyor?
Karma aşı dediğimizde Difteri, Boğmaca, Tetanoz, Çocuk felci, Hemofilus influenza B (menenjite-zatürreye-orta kulak iltihabına neden olur) dediğimiz 5 adet hastalığının aşısını kastediyoruz. Bu 5 hastalık son derece tehlikeli, öldürücü ve hasar bırakabilen tablolara neden olur.

Zatürre aşısı mutlaka yapılmalı mı?
Zatürre aşısı “Pnömococ” olarak adlandırdığımız bir mikrobun aşısıdır. Pnömococ mikrobu zatürreye yol açan yüzlerce mikropdan sadece birisidir. Tehlikeli ve öldürücü olabilir. Pnömococ mikrobu sadece zatürre yapmaz; menenjit, orta kulak iltihabı, sinüzit gibi diğer hastalıklara da neden olur. Yapılması zorunlu bir aşıdır. Özellikle bağışıklık sistemi hassas, dalağı alınmış hastalarda, kronik böbrek, kronik kalp, şeker, kronik karaciğer hastası olanlarda ve orak hücreli kansızlığı olanlarda mutlaka uygulanmalıdır.

Su çiçeği aşısı zorunlu mu?
Su çiçeği aşısı artık zorunlu bir aşıdır. Su çiçeği mikrobu çok bulaşıcıdır ve salgınlara neden olur. Suçiçeği mikrobu bağışıklık sistemini en çok baskılayan virüslerden biridir. Genelde hafif geçirilen bir hastalık olmakla beraber bazen ağır tablolara yol açabilir. Ensefalit (beyin dokusunda iltihap), zatürreye sebebiyet verebilir. Hele bağışıklık sistemi baskılanmış, kanser tedavisi gören veya bağışıklık sistemini baskılayan ilaçları kullanan hastalarda mutlaka uygulanmalıdır. Suçiçeği aynı zamanda hamileler için tehlike arz eder. Zira doğacak bebekte doğumsal bozukluklara neden olabilir.

İshal aşısını yaptırmak yararlı mı, ne zaman yapılmalı?
Elbette ki yararlı. Çünkü ishal, özellikle 5 yaş altı çocuklarda ciddi ve hatta bazen hayatı tehdit eden ve ölümle sonuçlanabilen tablolara yol açabilir. Rotavirüs, hemen pek çok vakada hastane yatışı gerektiren, bebekleri çok hırpalayan bir sürece neden olur. Rota aşıları ilk dozu 3.aydan önce yapılmak kaydı ile kullanılan aşıya bağlı olarak 2 veya 3 doz olarak yapılır. Üstelik uygulanması son derece kolay olup, ağızdan uygulanmaktadır.

Aşılar bebekte kısırlığa neden olabilir mi?
Aşıların hiçbiri kısırlığa neden olmaz.

Aşılardan sonra görülebilecek yan etkiler nelerdir? Bunların hangisi olursa hekime başvurmak gerekir?
Aşılarda yüksek teknolojinin kullanımı nedeni ile artık eskiye göre aşı yan etkilerini çok az görmekteyiz. Aşılarda görebileceğimiz genel yan etkiler; ateş, huzursuzluk, aşı yapılan yerde kızarıklık, sertlik, döküntüyü sayabiliriz. Düşüremediğimiz ateş, aşırı huzursuzluk, uykuya eğilim, genel durumda farklılaşmaya neden olacak her türlü durumda doktorunuza başvurabilirsiniz.

Rutin aşı şeması dışında; meningokoksik menenjit (9.ay veya 1 yaş sonrası) ve Rahim ağzı kanser aşısı (9-12.yaş), grip aşısı ve bazı özel durumlarda uygulanan kuduz, kolera, tifo, sarı humma gibi aşılar da uygulanımdadır.

Çocukluk dönemi aşıları ne zaman bitiyor? En son hangi aşı yapılıyor?
Çocukluk dönemi aşıları 4-6 yaş arasında yapılan kızamık-kızamıkçık-kabakulak ve su çiçeğinin 2.dozu, karmanın tekrarı ile bitiyormuş gibi görünmekle beraber okul aşıları ve erişkin aşıları ile devam ederek bu konudaki özenimizi tüm yaşantımız boyunca göstermemizi ve yenilikleri ve gelişmeleri takip etmemizi gerektirmektedir.

AŞI TAKVİMİ
Doğumda Hepatit B.
1.Ay Hepatit B.
2.Ay DaBT – IPV – Hib, BCG, Pnomokok.
3.Ay Rotavirüs
4.Ay DaBT – IPV – Hib, Pnömokok.
5.Ay Rotavirüs (Rota aşısı seçilen aşıya bağlı olarak 3 dozda olabilir.)
6.Ay DaBT – IPV – Hib, OPV (Ağızdan çocuk felci), Hepatit B, Pnömokok.
18.Ay DaBT – IPV – Hib, OPV (Ağızdan çocuk felci), Hepatit A.
24.Ay Hepatit A.
4-6 Yaş Kızamık – Kızamıkçık – Kabakulak – Su Çiçeği – Oral Polio – Dt.
(Alıntıdır.)




Aleyna, iki yıldır, İstanbul, Pendik'te bulunan Gündönümü anaokulunda eğitim görüyor.Önümüzdeki Eylül ayında da, Allah'ın izniyle, ilkokula başlayacak. 
Her ebeveyn için, anaokulu seçimi çok önemlidir. Bizim için de öyleydi. Bir yandan evine alışkın,güvenli bir ortamda sizinle huzurla yaşayan, dış dünyaya tamamen uzak anakuzunuzun, anaokulunu benimseyebilmesi; bir yandan da bu anaokulunun çocuğunuza kazandırabildikleri gerçekten çok önemli. Gözünüzün, aklınızın, kalbinizin arkada kalmaması gerekiyor. Yavrularımız bizim için çok kıymetli. Onları mümkün olan en iyi şekilde, huzurlu, kendine güvenli, sevgi dolu, saygılı ve başarılı bireyler olarak hayata katmak bizim en önemli görevimiz. Bunu yapabilmek için de, onlarla ilgili vereceğimiz kararları; iyi düşünüp, iyi tartmamız gerekiyor.
Biz de elimizden geldiğince, Aleyna'nın okul hayatına iyi başlayabilmesini sağlayabilmek amacıyla; anaokullarının yetkilileriyle görüşmeler yaptık. Çocuklara yaklaşım, temizlik ve yemek anlayışlarını, eğitim programlarını değerlendirdik. Çevremizden bilgiler topladık. Ve 'Gündönümü Anaokulu' ile yollarımız kesişti.
 Anaokulunun kurucusu ve yöneticisi Esat bey, çocukları ve işini seven, çocuklarla çok ilgili, temizlik konusuna, beslenme konusuna çok önem veren, eğitim konusunda ise çok ileri görüşlü bir bey. Esat bey'in, ailesiyle beraber, aslında kendilerinin kullanımı için yaptırmış oldukları ancak sonra anaokulu olarak kullanmaya karar verdikleri iki katlı, bahçeli çok şirin bir ev olan anaokulu; çok temiz, çok geniş, ferah, depreme dayanıklı, yerden ısıtmalı ve çocuklara uygun olarak , çok güzel ve modern bir biçimde döşenmiş.
Aşçı Hülya hanım, leziz yemeklerini, birinci sınıf ürünler kullanılarak hazırlıyor.(habersiz gittiğimiz halde, buzdolaplarına kadar açıp göstermişlerdi.Ve Hülya hanım, ikindi kahvaltısı için hazırlamış olduğu  nefis kekten ikram etmişti.)
Pedagog Burcu hanım(hergün anaokulunda bulunuyor), sınıflara girerek çocukları tek tek takip ediyor, oyunlar oynuyor ve zaman zaman da, gelişimlerini takip etmek için testler yapıyor.
Sınıf öğretmenleri, çocukları çok seven, çok ilgili, çok sabırlı :-) ve tecrübeli öğretmenler. Çocukların okuldaki anneleri. Geçen yıl Diğdem hanımdan çok memnunduk, bu yıl da Yasemin hanımdan çok memnunuz.
Hergün İngilizce dersi oluyor. Oyunlarla, kuklalarla, şarkılarla ve tabii ki Esat bey'in getirttiği, konusunda en iyi İngilizce kitaplarla İngilizce öğreniyorlar.(Sınıflardaki akıllı tahtalar da derslerde kullanılıyor.) İngilizce öğretmeni Merve hanıma, zaman zaman Ruben ve eşi de eşlik ediyor. Sayelerinde, Aleynanın İngilizcesi 1,5 yılda gerçekten çok ilerledi.
Diğer branş dersleri; bale, folklör, piyano, satranç, drama, akıl oyunları; konusunda uzman, tecrübeli öğretmenler tarafından veriliyor. Biz hepsinden de çok memnunuz. Aleyna bize branş derslerinde öğrendiklerini anlatıp, gösterdikçe, ne kadar doğru bir karar verdiğimizi tekrar tekrar anlıyoruz.
Aleyna, maşaallah çok mutlu bir şekilde okula gidip geliyor. Bu mutlulukta çok büyük emeği olan; öncelikle Esat beye, anaokulunun müdürü Ahmet beye, Yasemin hanıma, bütün branş öğretmenlerine, Burcu hanıma, Hülya hanıma, Filiz hanıma, neşeli, babacan servis şoförümüz Ayhan beye, sevgili eşi Belgin hanıma(oğlum Ahmet Emir'in bahçede üşümemesi için, Ayhan beyin izniyle Aleyna'yı binanın kapısından alıp, akşam binanın kapısına getiren hostes arkadaşlara), ve adını hatırlayamadığımız anaokulunun diğer tüm çalışanlarına ayrı ayrı çok teşekkür ediyoruz. Kızımızı dantel gibi işlemeye çalışırken,  kızımıza kattıkları güzel bilgiler için, emekleri için, özverileri için, yardımları için, herşey için...
Rabbim, seni hep güldürsün meleğim...
  Bebeğimiz maalesef küveze girmişti. Normal şartlarda 17 Aralık'ta doğması gerekirken 22 Kasım'da doğmuştu. Yaklaşık 1 ay önce doğmasına rağmen, maşaallah kilosu çok iyiydi.(4020 gr.) Ama bu kadar kilolu olmasına sebep olan, benim hamilelik şekerimin yüksek olmasından kaynaklı, şeker düşüklüğü problemi ve bu şeker probleminin de sebep olduğu, vaktinden önce doğmasının da sebep olduğu, solunum yetmezliği problemi vardı. Bu sorunları çözmeye çalışıyorlardı.(Daha sonra, bebeğin yenidoğan sarılığı problemini de çözdüklerini öğrenecektim.)
  Bana hamileliğimin 24-28. haftaları arasında 50 gr. şeker yüklemesi yapılmış ve sonuç 141 mg/dl çıkmıştı. Üst sınır 140'tı. Doktorum normalde 100 gr.glikoz ile ikinci bir test yaptırmalıydı.Ancak üst sınıra çok yakın olduğum için bu teste gerek duymadı. İlaç da vermedi. Bana, sadece yediklerime dikkat etmemi söyledi. Yoksa, bebeğin iri, doğum sonrası oluşan şeker düşüklüğü ile şeker hastası olmaya aday olarak doğabileceğini söyledi. Bu durum oluştuktan sonra, yediklerime daha da dikkat ettim. Ama maalesef, erken doğuma da,  bebeğimin küveze girmesine de engel olamadım.
  İnsan empati yapabilir ama empati yaptığı şeyi yaşamak hakikaten çok başka. 8 ay karnımda taşıdığım bebeğim, artık karnımda değildi. Yanımda da değildi. Hatta nasıl bir bebek olduğunu bile bilmiyordum. Boynuna gömülüp öpememiş, koklayamamıştım. 3 gün boyunca da kucağıma alıp öpüp koklayamayacaktım. Tabii başta, ne kadar süre küvezde kalacağı belli değildi. Ancak en önemlisi bebeğimizin ne zaman iyileşeceğiydi. "Bebeğimize birşey olmaz değil mi?" soru ve korkusu da buna eşlik ediyordu.
  Bebek yoğun bakım ziyaret saatini beklemeye başladık. İlk kez yoğun bakımda bebeğimizi gördüğümde, tanıştırıldığımda, müthiş sevinçle karışan o derin hüznü (küvezde ve solunum cihazına bağlıydı,serum veriliyordu.)hiç unutamıyorum. Korkarak eline , tenine dokunabildim. Tek tesellimiz, orada ona iyi bakılacağı ve iyileştirileceğiydi.
  Üzüntüden olsa gerek sütüm de gelmiyordu. Şekeri dengelenince serumu kesip süte geçeceklerdi. Süt pompasıyla 2 gün boyunca uğraştım. Ama sütüm gelmedi. Mama vermeye başladılar. Sonradan çok şükür ki sütüm gelmeye başlayacaktı.
  Hastaneden çıkma vakti geldiğinde,(doğumdan iki gün sonra) bebeğimizi orada bırakıp ; eve yine 3 kişi(eşim, ben ve kızım) olarak dönmek hiç kolay olmayacaktı. Üstelik onu ne zaman evimize götürebileceğimiz de belli değildi. Net birşey söylemiyorlardı. Ne zaman tamamen iyileşip çıkmaya hazır olursa, o zaman bize haber verip taburcu edeceklerdi. O zamana kadar da ziyaret saatlerinde gidip görmeye ve pompayla çektiğim sütümü vermeye devam edecektik.(Bu arada, doğum yaptığım hastanede, bebek yoğun bakım servisine, maalesef sadece bebeğin anne ve babasını alıyorlar. Kızım, kardeşinin sadece fotoğrafını görebilmişti. Hayal ettiği bu olmadığı için de çok üzülüyordu.)
  Çok şükür ki bekleyişimiz uzun sürmedi. Eve geldiğimiz günün ertesi günü telefonumuz çaldı. Hastaneden arıyorlardı. Ahmet Emir'in kıyafetlerini getirmemizi, bir aksilik olmazsa çıkartacaklarını söylediler. Nasıl hastaneye gittiğimizi hatırlamıyoruz. Küçük prensimiz iyiydi ve çıkmaya hazırdı.
  Veeee mutlu son. Bebeğimizi kucağımıza alıp evimize getirdik. Sonunda hep birlikteydik. Ayrılık bitmişti. Artık bebeğimizi doya doya öpüp koklayabiliyorduk.Allah herkese; bebekleriyle beraber, sağlıkla evlerine dönebilmeyi ve bebeklerini(altın toplarını)sağlıkla büyütmeyi nasip etsin inşaallah.
Rabbim, bütün bebekleri nazarlardan korusun.
Ve annelerine, babalarına bağışlasın...



Biricik oğlum
Hamileliğim zor geçiyordu. Yedinci ayda ufak ufak başlayan sancılar, ağrılar maalesef erken doğumun habercisiymiş. İlk hamileliğimde de çok korkmuştum erken doğumdan. Çok şükretmiştim bebeğim zamanında doğduğu için. Maalesef ikinci bebeğim zamanında doğmadı. Ama ikimiz de bu durumu sağlıkla atlatabildik ya buna şükrediyorum. 
    Gece başlayan şiddetli sancılarla hastaneye gittik. Nst cihazı, doğum sancılarının başladığını gösterince; başımızdan aşağı kaynar sular döküldü. Doktorum bu sancıları hafifletebileceğini ve evime dönüp iyice kötüleştiğimde tekrar hastaneye gelebileceğimi söyledi. Ama ilk doğumum sezeryan olduğu için; bu sancılarla dikişlerimin açılabileceğini ve böyle birşey olduğunda hastaneye yetişmek için sadece 5 dakikamız olduğunu da söyledi. Dikişlerim açılırsa bebeğin de benim de hayati tehlikemiz olacaktı.   
    Doğuma daha 1 ay vaktim vardı. Ve bebeğimiz büyük ihtimal küveze girecekti. Daha önce çevremde, bebeği küveze giren tanıdıklarım olmuştu. Bebeğin verdiği hayat mücadelesine, arkadaşlarımın o derin üzüntülerine şahit olmuş ve ben de çok üzülmüştüm. Şimdi bizim başımıza da aynı olay gelmişti. Doktor düşünüp karar vermemiz için bizi dışarıya aldı. En doğrusunun doğum yapmam olduğuna karar verdik. Kötünün iyisini seçtik. Kararımızı doktoruma söyledikten yaklaşık 15-20 dk. sonra hastanedeki yatağımda yatıyordum. İlk doğumum da sezeryan olmuştu. Nasıl olduğunu biliyordum ama bu farklıydı. Belki hamileliğimin çok erken evrelerinde değildim ama yine de doğumuma 1 ay vaktim vardı. Doğumdan sonra bebeğimizin sağlığıyla ilgili birşeyler ters gidebilirdi. Böyle birşeyin olma ihtimali bile dibe vurmama yetiyordu. Sonra narkozla tamamen uyutulacaktım. Ameliyatta bende de birşeyler ters gidebilirdi. Bu durumda eşimi, kızımı, sevdiklerimi bir daha göremeyebilirdim. Oğlumu ise hiç göremeyebilirdim. İnsan o durumda herşeyi düşünüyor. Çok karışık duygular içinde saat 14:10 da beni ameliyathaneye götürdüler. Kolumdan bir iğne yaptılar. Saniyeler içinde herşey silindi. 
    Gözümü açmaya çalışırken; bebeğimi ve kızımı sorduğumu hatırlıyorum. 



Comments: (0)
   
 Geçtiğimiz ay, Ahmet Emir'i 2. ay kontrolü için hastaneye götürdüğümüzde; çocuk doktorumuz bir aşıdan bahsetti. Rota virüs aşısı. 
     Aleynaya bebekken bu aşıyı yaptırmıştık. Sonrasında rota virüsüne yakalanmıştı ama maşaallah kolay atlatmıştı. 
     Doktorumuz, eğer bu aşıyı yaptırmak istiyorsak;(sağlık bakanlığınca zorunlu tutulmayan özel bir aşı) bebeğimiz 3 aylık olduğunda, en geç 3 ay 10 günlük oluncaya kadar, karar verip yaptırmamız gerektiğini söyledi. Doktorumuzun tavsiyesi ise bu aşıyı yaptırmamız yönündeydi. Bebeğin rota virüsüne yakalanmayabileceğini ancak yakalansa bile aşı olduğu için hastalığı hafif atlatacağını belirtti. Aşı yaptırılmayan bebeklerde ,hastalığın  ağır seyrettiği vakalarla karşı karşıya kalabildiklerini de belirtti.
     Aşıyı araştırmak istedik. Önce aile hekimimize danıştık. Aşının koruyuculuğunun çok yüksek olmadığını, sağlık bakanlığının da bu yüzden zorunlu tutmadığını belirtti ve bizim insiyatifimize bıraktı. İnternette araştırma yaptım. Annelerin yaşadıklarını okudum. Aşı yaptırmayıp, bebeği hastalığa yakalanınca bebeğini hastaneye yatırmak zorunda kalan ve büyük üzüntüler ve sıkıntılar yaşayan annelerin yaşadıklarını... 
     Biliyoruz ki bütün aşılarda vücuda zayıflatılmış ya da öldürülmüş hastalık mikrobu veriliyor. Vücut, bu mikrobu tanıyıp buna karşı antikor üretiyor. Yani hastalığı tanıyor. Bu hastalığın canlı mikroplarına maruz kaldığında da ya biz farketmeden vücut bu hastalığı atlatıyor ya da hastalık kendini gösteriyor ama vücut bu hastalığı çok daha hafif atlatıyor. Aşı da zaten bu nedenle çok faydalı ve yapılıyor. Biz de ,bebeğimizin hastalığa yakalanıp da ağır bir şekilde hastalığı geçirme riskini göze alamadık ve aşıyı yaptırma kararı aldık.
     27 Şubat günü , Ahmet Emir 3 ay 5 günlükken doktoruna götürüp bu aşıyı yaptırdık. Aşı ağızdan yapılıyor. İğnesiz. Yani aşı sıvısı bebeğin ağzına dökülüyor. O da ağzının içine dökülen sıvıyı yutuyor. Aşının tekrarı, Ahmet Emir 5 aylıkken yapılacak. ( Bilgi amaçlı: Aşının fiyatı 140 tl.idi.) 
     Ahmet Emir gelecek aylarda farklı aşılar da olacak. Bu aşılarla ilgili yaşadıklarımızı da paylaşmaya çalışacağım.
Umarım bebeklerimizin sağlıklı, hayırlı, uzuuun ömürleri olur.:-) 

   İkinci hamileliğim maalesef yine zor bir hamilelikti. Bulantılar, koku hassasiyeti, ağrılar, sızılar, nefes darlıkları... Yani bir hamilenin başına gelebilecek neredeyse herşey. :-) 
    Bu benim tarafımda bu şekilde yaşanırken; bebeğimiz tarafında da başka türlü yaşanıyordu. Bu noktada, ailelerin evlatlarının başına gelmesinden korktukları birşeyden bahsetmek istiyorum. "Down sendromu".
    37 yaşındaydım ve bebeğimizde down sendromu olma riski yüksekti. Detaylı ultrason vakti geldiğinde, hastanenin detaylı ultrasonu çekecek doktoruna gittik. Ultrasonu çektikten sonra, "Ense kalınlığı" dedi,     " Fazla" dedi ve sonra " Amniyosentez yapalım, büyük ihtimal down sendromlu." dedi. Donduk kaldık. O an, bunu yaşayan herkesin ne hissettiğini anladığımız, zamanın durduğu andı. Şaşırsak mı, üzülsek mi, ağlasak mı, korksak mı bilemedik. Eve döndüğümüzde hâlâ şoktaydık. Bu durum yüzde yüz net değildi. Ama doktor hiç ümitli de durmuyordu. Amniyosentezin az da olsa riskli olduğunu biliyordum. Bir arkadaşım, amniyosentez nedeniyle erken doğuma girmiş ve bebeği zor kurtarmışlardı. 
  Bebek nasıl olursa olsun kabulümüzdü. Allah'ın verdiğine , nasıl olursa olsun razıydık. Bu nedenle de razı olduğumuz bebeğin hayatını amniyosentezle riske atmak istemiyorduk. Ama bu durumun gerçeklik yüzdesini de biraz daha netleştirmek istiyorduk. Çünkü o zaman kendimizi ve çevremizi bu duruma hazırlamak daha kolay olacaktı. Sabaha kadar interneti araştırıp durduk. Sonunda detaylı ultrasonu başka bir uzmanla tekrarlama kararı aldık. O gece hayatımızın en uzun gecesiydi. Ertesi gün doktorumuzun önerdiği bir profesöre gittik. Hiçbir şey söylemedik ve ultrasona girdim. Bu haftada, bebeğin ense kalınlığının hiçbir önemi olmadığını, bebeğin sağlığında en ufak bir sorun gözükmediğini, söyledi. Bizim paranoyakça, tekrar tekrar sormamıza rağmen; sabrını koruyup hiçbir sorun olmadığını tekrarladı:-) O anki mutluluğumuzu anlatmama ,sanırım gerek yoktur. 
       Burada şunu da özellikle belirtmek istiyorum. Herkes bebeğinin tabii ki sağlıkla dünyaya gelmesini ister. Ancak herşey Allah'tan. " Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler." Biz bilmediğimiz için, down sendromundan korkmuştuk. Ama araştırınca, bunun korkulacak birşey olmadığını ve o bebeklerin de aslında çok özel olduğunu öğrendik.  Bu nedenle, eğer bebeğimize "down sendromu" denseydi, biz bebeğimizi yine mutlulukla karşılayacaktık.