www.birdelikizinturkusu.blogspot.com

bir deli kızın türküsü

Malzemeler:
1 su bardağı süt (ben cam şişede satılan günlük sütlerden kullanıyorum.)
1 tepeleme tatlı kaşığı yoğurt
Cezve
Kapaklı cam kavanoz
Örtü
Not: Oğlumun beslenmesinde gerekli olan bardak, cezve, kavanoz, kaşık, biberon gibi mutfak gereçlerini kullanmadan önce, sadece onun kullanımına ayırdığım sünger ve beyaz sabunla yıkıyorum. Bu sünger ve beyaz sabunu da ayrı bir sabunlukta tutuyorum.Kızımda da öyle yapmıştım.

Yapılışı:
Süt cezveye alınır ve kaynatılır. (Açık satılan sütlerden kullanılıyorsa süt kaynadıktan sonra kaymağı delinip kısık ateşte 10 dk. daha kaynatılmalı. Günlük süt kullanıyorsanız süt kaynayıp kabarınca ocak kapatılabilir.) Kaynayınca, nihalenin üzerindeki cam kavanoza dökülür. (Ben nihalenin üzerine ütülü mutfak havlusunu iki kat yapıp koydum.Ondan sonra kavanozu yerleştirdim. Kavanozun altı da sıcak kalsın diye. Ama kavanoz yamuk durmamalı.)Süt, küçük parmağın 7 saniye kadar dayanabileceği sıcaklığa geldiğinde; (tabii elinizi iyice yıkamış olmalısınız. Mümkünse beyaz sabunla.) sütün birazı bardağa alınır ve içine tahta kaşıkla 1 tepeleme tatlı kaşığı yoğurt eklenir. Yoğurt sütün içinde ezilir ve pürüzsüz hale getirilerek kavanozdaki sütün üzerine dökülür. (Kavanoz ağzına kadar doldurulmaz. 3-4 cm. boşluk kalmalı kapakla sütün arasında.)Tahta kaşıkla bir kez yavaşça karıştırılır. Kavanozun üzerine bir parça kağıt havlu iki kere katlanıp örtülür ve bunun üzeri de streç filmle kapatılır ya da kavanozun kapağı kapatılır.(Süt kapaktan 3-4 cm. aşağıda olduğu için kağıt havluya değmez.) Üzeri, yanları örtülerle 3-4 kat sarılır. Hiç kıpırdatmadan 6-7 saat bu şekilde bekletilir. (Akşam yaptığımda 9 saat beklettiğim de oluyor.) Daha sonra kavanoz örtülerin içinden alınır, yavaşça kağıt havlu çıkarılır ve tekrar kapak kapatılır, çok sarsmadan buzdolabına koyulur. En az 3-4 saat bekletilir. 8-10 saat dokunmazsanız daha iyi oluyor. Yoğurdunuz en fazla 5-6 gün dayanır ama bebeğiniz için hergün ya da gün aşırı yapmanız daha sağlıklı olur. Yoğurttan biraz ayırırsanız bir sonraki yoğurt için maya olarak kullanabilirsiniz. Mayanızı en fazla 4-5 mayalamadan sonra yenilemelisiniz.Bu arada, süt ve mayayı aynı oranda arttırarak kendiniz için de yoğurt mayalayabilirsiniz. Afiyet bal şeker olsun.



Aleyna doğduktan sonra özel bir hastanedeki bir çocuk doktorunun takibi altında ilerledik. Doktorumuz bize, ek gıdalara geçmeden önce dikkat edilmesi gerekenlerin ve çeşitli bilgilerin yer aldığı yazı ve broşürler vermişti. Bu bilgiler o dönemde çok işime yaramıştı. Ahmet Emir ek gıdalara başlamadan önce de yine bu yazıları inceledim.Konuyla ilgili yeni bilgiler de toplamaya çalıştım. Size de yardımcı olacağını düşündüğüm bu bilgileri paylaşmak istiyorum...

Ek Gıdaya Geçiş

4. ve 6. ay arasında, bebekler çok hızlı büyüdüğünden tek besin kaynağı olarak süt artık bebek için yeterli olmayabilir ve genellikle ek gıdaya bu dönemde başlanır ancak doktorunuza danışmadan ek gıdaya geçmemeniz bebeğiniz için en iyisidir. 

Ek besinlere başlandığında nelere dikkat edilmeli?
• Ek besinlere başlama zamanı 4.-6. aylar arasında olmalı ve mutlaka doktora danışılarak belirlenmelidir.
• Yeni gıdalar bebeğe tek tek ve azar azar verilmelidir. İlk gün sadece bir kaşık verilerek başlanır. Miktar zamanla arttırılır. Bebeğin ek gıdaya başladığı ilk aylar, ek gıdanın miktarı en fazla 1 çay bardağına kadar arttırılır.
• Bebek yeni besinlerle tanıştırılırken 4 gün kuralı uygulanmalıdır.4 gün kuralı bebeğinizin sindirim problemlerini veya nelere alerjisi olduğunu belirlemek için kullanabileceğiniz basit bir stratejidir. Bebeğinizi ilk defa bir gıda ile tanıştıracaksanız takip eden 4 gün boyunca başka yeni bir besin sunmayın, çünkü alerjik reaksiyonlar genellikle çabuk(gıdayı yemesini takip eden 30 dk. içinde) ortaya çıkmakla beraber, nadiren de olsa bu süre 3-4 günü bulabilir. Sindirim problemleri de yine birkaç gün içerisinde kendini belli eder. Sadece bir yeni ürüne 4 gün bağlı kalmak, bebeğinizin bu yeni gıdaya alışmasını sağlarken, alerjisi olup olmadığını veya sindirim sorunlarına yol açıp açmadığını anlamanızı sağlar. Sorunu çabuk fark etmeniz, neden olan gıdayı bulmak için birkaç deneme yapmanız gerekliliğini ortadan kaldırır.
(Eğer bebeğe yeni verilen besin bebekte herhangi bir soruna sebep olmuyorsa, verilen yeni besinin miktarı hergün biraz daha arttırılır. Eğer 4 gün kuralını uyguladığınızda alerjik bir durumla karşılaşırsanız , bu gıdayı vermeyi hemen kesip mutlaka çocuk doktorunuza danışın. Döküntü, kızarıklık, kaşıntı, pişik ve ishal alerjik durumların ipucu olabilir.
Eğer bebeğinize 6. aydan önce ek gıda vermeye başladıysanız, 4 gün kuralının 7 güne çıkarılması tavsiye edilir. Bunun sebebi, bazı uzmanların daha küçük bebeklerde alerjik reaksiyonların ve sindirim problemlerinin ortaya çıkma süresinin daha uzun olabileceğini düşünmektedirler.)
• İlk kez verilecek gıdalar bebek açken, annenin ve bebeğin yorgun olmadığı bir zamanda denenmelidir. 
• Bu dönemde daha sulu ve yumuşak kıvamlı gıdalardan, daha yoğun ve parçacıklı gıdalara aşamalı olarak geçilmelidir.(Doktorunuzun belirttiği mevsim meyvelerini bebeğinize kabuksuz olarak cam rendeden geçirerek vermelisiniz. Sebze ve meyveleri blendırdan geçirmek, bebeğin pütürlü besinlere alışamamasına sebep olacağından blendır kullanılmamalıdır.)
• Kaşığa koyulan bir parça mama bebeğin dudaklarına değdirilir, mamayı emdiğini göreceksiniz. Kaşığı fazla sokarsanız bebeğiniz öğürebilir. 
• Bebek yeni gıdaya başladığında tadını değişik bulup reddedebilir. Bebek istemezse zorlanmamalı, 1-2 hafta aradan sonra aynı gıda tekrar denenmelidir.
• Ne kadar yiyeceği bebeğe bırakılmalıdır, yemek istemediği takdirde ısrar edilmemelidir.
• Yutmasını kolaylaştırmak ve gıdanın akciğere kaçmasını engellemek için ek gıdalar bebek dik pozisyondayken ya da mama sandalyesine oturtularak beslenmelidir.
• Meyve püreleri taze olarak hazırlanıp verilmeli, sebze çorbası veya püresi ise buzdolabında 24 saatten fazla bekletilmemelidir.






Ahmet Emir 5 aylık oldu ve tabii ki  5.ay kontrolü için doktora götürdük. Rota virüs aşısının tekrarı yapıldı. (17 Nisan)
Ve doktorumuz,(anne sütüyle beraber mama da aldığı için) Ahmet Emir'in artık ek gıdalara başlası gerektiğini belirtti. Aleynayı ilk 6 ay sadece anne sütüyle beslemiştim. Sütüm çok boldu. Ama maalesef Ahmet Emir'e ilk 6 ay sadece anne sütü vermem mümkün olmadı. Sütüm yetmediği için (doktorumuzun bilgisi dahilinde) mama da vermek zorunda kaldım. Durum böyle olunca doktorumuz, artık Ahmet Emir'in ek gıdaya başlamasının en doğrusu olacağını belirtti. Ben 6. aya kadar bekleme taraftarıydım ama aile hekimimizle de görüştüm. O da aynı şeyi söyleyince, eşimle beraber Ahmet Emir'in 5. ayda ek gıdaya başlamasının daha doğru olacağına karar verdik. Aleyna'nın ek gıdaya geçiş notları, doktorumuzun verdiği bilgiler vardı. Ben de bir ön çalışma yaptım. Aile hekimimizle de çalışmamın üzerinde çalıştık. Ve 26 Nisan pazar günü, evde hazırladığım yoğurt ve sebze çorbasıyla Ahmet Emir'i ek gıdalara başlattık. Ancak Ahmet Emir yoğurdu pek sevmedi. Aleynayı ek gıdalara meyve rendesi ve sebze çorbasıyla başlatmıştık. 4 Mayıs'tan sonra yoğurt yerine elma rendesi vermeye başladık. Hoşuna gitti. Bu nedenle size başlangıç olarak meyve rendeli menüyü yazıyorum.
Ve işte Ahmet Emir'in günlük menüsü:(5. Ay Bebek Beslenmesi-Ek Gıdaya Geçiş)
Sabah uyanınca: Anne sütü (Yetmediği durumlarda ,doktorun bilgisi dahilinde, bebek sütü. Biz  Ahmet Emir'e Similac 1 bebek sütü veriyoruz.)(~150-180 ml.)
Kuşluk(Saat 10:00) Cam rendede kabuğu soyularak rendelenmiş meyve (İlk gün 1 kaşıkla başlanır. Gün geçtikçe bebeği zorlamadan miktar arttırılır. Maksimum 1 çay bardağı verilebilir. Ben elma rendesi ile başladım. Daha sonra armut, şeftali de vereceğim.)
Öğle:(Saat 12:00-13:00)Anne sütü(Yetmediği durumlarda doktorun bilgisi dahilinde, bebek sütü)(~150-180 ml.)
İkindi(Saat 15:30-16:00) Sebze çorbası (İlk gün 1 kaşıkla başlanır. Gün geçtikçe bebeği zorlamadan miktar arttırılır. Maksimum 1 çay bardağı verilebilir. Gaz yapabileceği için geç vakte bırakmamakta fayda var.)
Akşam(18:30-19:00) Anne sütü (Yetmediği durumlarda, doktorun bilgisi dahilinde, bebek sütü)(~ 150-180 ml.)
Gece(21:00): Anne sütü (Yetmediği durumlarda, doktorun bilgisi dahilinde,  bebek sütü) (~ 150-180 ml.)
Gece uyandığında: Anne sütü(Yetmediği durumlarda, doktorun bilgisi dahilinde, bebek sütü)(~150-180 ml.)
Tabii ki meyve rendesi ve sebze çorbasını az aldığı bu başlangıç günlerinde, bebeğin aç kalmaması için, ek gıdadan sonra anne sütü (yetmediği durumlarda, doktorun bilgisi dahilinde, bebek sütü) veriyorum. Ek gıdaları yaklaşık bu saatlerde veriyorum. Öğünler kesin olarak bu saatlerde verilecek diye bir şart yok.  Bebeğin uyuması, acıkması ya da tok olması nedeniyle yemek istememesi durumunda saatler değişebilir veya öğünlerin sayısı değişebilir. Ama mümkün olduğunca bir düzen oluşturmak hem bebek, hem sizin için çok faydalı olacaktır.
Bunlar bizim Ahmet Emir için uyguladıklarımız.  Her bebek kendine özgüdür ve bebeği en iyi anlayan annesidir.Bu nedenle, doktorunuzun bilgisi ve yönlendirmesi dahilinde bebeğinize uygun olan en doğru kararı vermeniz dileğiyle...







Bugün, Aleynanın gittiği anaokuluna, T.C. Sağlık Bakanlığı, İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğünden gelip bilgilendirme yapmışlar ve broşür dağıtmışlar. Çok güzel bilgiler içeren bu broşürü sizlerle de paylaşmak istiyorum.








Rabbim seni nazarlardan esirgesin iyi kalpli meleğim!

    Dün Aleyna'mın sayısız 'en güzel' günlerinden biriydi. :-)
 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı'nı anaokulunda kutlayacaklardı. Sabah mutlulukla uyanıp kıyafetlerini giydi.(Kızlar gösteride çiftetelli oynayacaklardı.:-))  Sevinç içinde okuluna gitti.
 Kendi çocukluğumu hatırladım. 23 Nisan Çocuk Şenliğini, Trt1 'de Halit Kıvanç'ın sunumuyla izlemek bizim için en büyük eğlenceydi. Okula başlayıncaya kadar 23 Nisan'ın eğlencesi sadece bu olarak kaldı bizim için. Okula başlayınca,(devlet okulu tabii) okulda yapılan törenler bu eğlenceye eşlik etti. 'Tören ve kutlama' mantığı tabii ki çok güzeldi ama inadına soğuk olan o günde, iki saat şiir ve konuşma dinlemek, hem de ayakta, ne kadar eğlenceliydi, orası tartışılırdı. Şimdiki çocuklar bu açıdan gerçekten çok şanslı. Eğlenceyi izlemekle kalmıyorlar, eğlencenin içinde oluyorlar.:-) Zaten bayram onların bayramı. Doya doya eğlenmek de onların en doğal hakkı.
 Aleyna akşam eve geldiğinde çok mutluydu. Okullarına 'Pamuk Prenses' gelmiş.:-)  Onun ve arkadaşlarının yüzlerini boyamış. Kızlar çiftetelli oynamış. Erkekler efe olup oynamışlar. Yemişler, içmişler. Fotoğraf çektirmişler. Yani çoooook eğlenmişler. Sayısız en güzel gününe bir gün daha eklendiği için ben de çok mutlu oldum. :-)
Bu vesileyle, bütün çocukların ve içindeki çocuğu kaybetmemiş büyüklerin:-)  23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramını kutluyorum...


Comments: (0)

 Bu aralar hakkında çok konuşulan bir vitamin var: D vitamini. Uzmanlar, vücutta d vitamini eksik olduğunda ; vücut ağrılarına(hatta kemiklerim bile ağrıyor tabirine sebep olacak kadar), aşırı yorgunluğa, halsizliğe, bağışıklık sisteminin zayıflaması nedeniyle sık hastalanıldığını belirtiliyor.
  Benim bu konuya ilgim ise şu şekilde başladı. Maalesef, hamileliğimde ve doğum yaptıktan  sonra pek Güneş yüzü görmemiştim. Vücudum, sırtım her tarafım çok ağrıyordu ve çok yorgundum. Kadın doğum doktorum ve aile hekimim vücudumdaki d vitamini seviyesini hiç kontrol etmemişti. Sağlık ocaklarında zaten bu tahlil yapılmıyordu. Merak ettim, araştırdım ve özel bir laboratuara giderek bu tahlili yaptırdım. 16,5 çıktı. D vitamini eksikliği vardı. Aile hekimim d vitamini serumlarına başlattı. Ayda bir kez, serum ekmek üzerine dökülüyor. Ve bu ekmeği yediğinizde de d vitamininizi almış oluyorsunuz. 3 aydır kullanıyorum. Aile hekimim, d vitamini serumlarını bir, iki ay daha kullanacağımı söyledi. Şikayetlerim hafifledi. (Bu arada, bebeklere de doğumdan yaklaşık iki hafta sonra d vitamini verilmeye başlanıyor. Bu vitamin onların dışardan alması zorunlu tek vitamin. Ahmet Emir'e önce günde 3 damla verilmişti. Şimdi 5 aylık ve günde 4 damlaya çıkartıldı.)
  Peki bu d vitamini tam olarak nedir ve ve ne işe yarıyor, öğrendiklerimi sizinle de paylaşmak istiyorum.

  D vitamini başta kemikler olmak üzere vücudumuzun pek çok yerinde önemli görevleri olan bir vitamindir.
D vitamini eksikliği veya yetersizliği erişkinlerde Osteomalazi ve çocuklarda Raşitizm denilen hastalığa neden olur.
 D vitamini eksikliğini önlemek için yeterli güneş maruziyeti ve D vitamini içeren gıdaların tüketimi önemlidir. Tüm önlemlere karşın D vitamini eksikliği birçok ülkede, özellikle yaşlılarda önemli sağlık sorunlarına yol açmaktadır.
  D Vitamini Nedir?
D vitamini vücutta önemli görevleri olan yağda çözünen bir vitamindir.
Diyetle alınan kalsiyum ve fosforun bağırsaklardan emilmesini sağlar.
Kemik erimesine yol açan bir hormon olan, paratiroid hormonun salgılanmasını önler.
Vücutta kalsiyum ve fosfor dengesini sağlar, kemik ve kasların sağlığı için gereklidir.
Bağışıklık sistemine olumlu etkiler yapar.
Hipertansiyon, kalp hastalıkları, bazı kanser ve otoimmün hastalıklara karşı koruyucudur.
  D Vitaminin Doğal Kaynakları
D vitamini, güneş ışınları etkisiyle deride oluşur. Günlük D vitamini gereksinimi; kollar, bacaklar ve yüzün 20 dakika gün ışığına maruz kalmasıyla karşılanabilir. Gerekli güneş ışığı miktarı, kişini yaşı, deri rengi, maruziyet süresi ve varsa diğer tıbbi sorunlara göre değişir.
D vitaminin deride yapımı, yaşla giderek azalır. Deri rengi koyu olan kişilerde, yeterli D vitamininin deride oluşması için, özellikle kış aylarında uzun süreli gün ışığına gereksinim vardır. Güneş koruyucular (faktör 20 ve fazlası) kullananlarda deride D vitamini oluşamaz.
D vitaminin diğer önemli kaynağı gıdalardır. Bazı gıdalarda D vitamini doğal olarak bulunur (yağlı balıklar, balık yağı, yumurta…).Tereyağ, süt, yulaf, tatlı patates, yumurta sarısı, sıvı yağlar, karaciğer, özellikle yağlı olan tuzlu su (deniz) balıklarından somon, sardunya ve ton balığında bulunur. Bitkilerden maydanoz, ısırgan otu, yoncada mevcuttur.
Bazı ülkelerde süt ve süt ürünleri, ekmek, tahıllar D vitamini ile zenginleştirilmektedir. Ülkemizde henüz böyle bir uygulama yoktur.
  D Vitamini Eksikliğinin Nedenleri
D vitamini eksikliği 3 ana nedenden kaynaklanır:
Yetersiz güneş maruziyeti ile birlikte gıdalarla yetersiz D vitamini alımı
D vitamininin barsakdan yetersiz emilimi
Karaciğer veya böbrek hastalığı olanlarda, D vitamininin etkin formuna dönüşememesi
Bazı ilaçlar
Yetersiz D vitamini alımı
 Bebekler, çocuklar, ve yaşlılarda sıklıkla görülür. Anne sütünde D vitamini çok azdır, hazır mamaların bazıları D vitamini ile zenginleştirilmiştir. Yaşlılar, hastalıkları nedeniyle gıda kısıtlamaları olduğundan (damar sertliği vs için) süt ve sütlü gıdalardan, yağlı balıklardan kaçınırlar. Ayrıca yaşlılarda gıda alımı normal olsa bile, barsaktan D vitamini emilimi azalmıştır.
  Yetersiz Güneş Işığı Maruziyeti
 Bebek ve çocukların uzun süreli güneşe maruziyeti, deri kanseri riskini artırdığından doktorlar tarafından önerilmez. 
 Şişmanlar, esmerler ve yetersiz güneş ışığı alan erişkinlerde, D vitamini eksikliği riski vardır. Yaşlandıkça vücutta D vitamini oluşumu ve depoları azalır. Bu durum kış aylarında ve kuzey bölgelerinde yaşayanlarda daha belirgindir. Yaz aylarında ise, güneş koruyucuların kullanımı deride D vitamini oluşumunu engeller.
  D vitamini emilimini engelleyen hastalıklar
Bazı hastalıklar, barsaklarda D vitamini emilimini engeller. Çölyak hastalığı, Crohn hastalığı ve kistik fibrozis bu hastalıklar arasında sayılabilir. 
Mide veya barsakların bir kısmının çıkarıldığı veya aşırı şişmanlık tedavisinde uygulanan gastrik- bypass ameliyatları sonrasında da D vitamini eksikliği görülebilir.   İlaçlar
Kortikosteroidler (kortizon) kalsiyum emilimini ve D vitamini metabolizmasını bozarak osteoporoza yol açabilir. Şişmanlık (Obezite) tedavisinde kullanılan orlistat ve kolesterol düşürücü ajan olarak kullanılan kolestiramin, D vitamininin barsaklardan emilimini engellerler. Epilepsi (Sar’a) tedavisinde kullanılan fenobarbital ve fenitoin içeren ilaçlar D vitamininin karaciğerde etkin forma dönüşmesine engel olarak etkinliğini azaltır. 
  Karaciğer ve böbrek hastalıkları
Karaciğer ve böbrekte, deriye gelen güneş ışını ile oluşan veya gıdalar yoluyla aldığımız D vitaminini etkin hale dönüştüren maddeler (enzimler) bulunmaktadır. Kronik karaciğer veya kronik böbrek hastalığı olan kişilerde, bu maddeler yeterli miktarda bulunmadığından, D vitamini etkin hale dönüşememekte ve eksiklik tablosu oluşmaktadır.
 Bazı ailesel hastalıklarda da, D vitamini eksikliği görülebilir. 
  D Vitamini Eksikliğinin Sonuçları Nelerdir?
Kanda kalsiyum düzeyinin düşüklüğü (Hipokalsemi )
Kanda fosfor düzeyinin düşüklüğü (Hipofosfatemi)
Çocukluklarda kemiklerin yumuşaması ve eğrilmesi (Raşitizm)
Erişkinlerde kemiklerin yumuşaması ve kas güçsüzlüğü (Osteomalazi)
Kemik kütlesinin azalması ve kemik kırılganlığının artışı (Osteoporoz)
  D Vitamini Yetersizliği
D vitamininin kanda belirgin şekilde azalmış olması D vitamini yetersizliği olarak adlandırılır, belirgin belirti ve bulguları yoktur. 
 D vitamini eksikliği ve yetersizliğinin tanınması ve tedavi edilmesi, kemikler, kaslar ve yukarda belirtilmiş (Hipertansiyon, kalp ve damar hastalıkları, kanser vs) diğer birçok hastalıkların önlenmesi yönünden çok önemlidir.  
  D Vitamini Eksikliğinin Tanısı
D vitamini eksikliği ve yetersizliği tanısı kanda bakılan D vitamini (25OHD) düzeyleri ile konabilir.
·         30 ng/ml üzeri normal 
·         20-30 ng/ml arası D vitamini yetersizliği
·         20 ng/ml altı D vitamini eksikliği olarak tanımlanır

 D Vitamini Düzeyi Kimlerde Bakılmalı?
D vitamini düzeyi tayini pahalıdır, rutin olarak ölçülmemelidir.
Yatağa ve eve bağımlı kişilerde
Bakımevleri ve huzur evlerinde kalanlarda
D vitamini eksikliği ve yetersizliğine yol açabilecek bir hastalığı olanlarda
Osteoporozu olanlarda
Düşük travmalı kırık öyküsü olanlarda (örneğin ayakta dururken düşenlerde)
Kan kalsiyumu düşük (Hipokalsemisi) olanlarda
Kan fosforu düşük (Hipofosfatemisi) olanlarda
D vitamini metabolizmasını etkileyecek ilaçları kullananlarda 
Kanda D vitamini düzeyi bakılmalıdır
  D Vitamini Eksikliğinin Tedavisi
D Vitamini preparatları ile yapılır.
Ülkemizdeki preparatlar, ya sadece D vitamini, veya kalsiyum ya da multivitaminlerde   içerirler. D vitamini damla, şurup, draje, kapsül, çiğneme tableti, efervesan tablet ve ampül şeklinde piyasada bulunmaktadır.
  Alınması gereken doz
D vitamini eksikliğinin nedenine ve ciddiyetine göre değişebilir, bu nedenle doktorunuza danışmalısınız.
D vitamininin barsakdan emilmesiyle ilgili sorun yaşayanlara D vitamini enjeksiyonla verilir.
Dikkat edilmesi gereken noktalar
D vitamini eksikliğinin tedavisinde günlük kalsiyum alımının da yeterli olması gerekir.
31-50 yaş arası erişkinlerde: 1000 mg kalsiyum
51 yaş üstü erişkinlerde 1200 mg kalsiyum alınmalıdır.
Kalsiyum gıdalarla alınabileceği gibi D vitaminiyle kombine formulasyonlarla da alınabilir. 
  Yan etkiler
D vitaminin gereğinden fazla alınması D vitamini zehirlenmesi denilen bir tablo yaratır. Bu durumda kan kalsiyumu yükselir (hiperkalsemi) ve buna bağlı sağlık sorunları ortaya çıkabilir. Bu durumu önlemek için ilaç prospektusları dikkatli okunmalı, D vitamini içeren birkaç ilaç bir arada alınmamalıdır. (Örneğin multivitaminler ve D vitamini preparatları bir arada alınmamalıdır).
  D Vitamini Eksikliğinin Önlenmesi
Normal D vitamini düzeylerine sahip olmak için günlük alınması gereken D vitamini miktarı deri rengi, güneş maruziyeti, diyet alışkanlıkları ve altta yatan diğer tibbi sorunların olup olmamasına göre değişir. Deride yeterli D vitamini oluşumu için, haftada en az 2 kez ( saat 10:00 ile 15:00 arası hariç, çünkü bu saatler arasındaki güneş ışınları deri kanseri olasılığını artırır) yüz, kollar, bacaklar ve sırtın güneş koruyucu sürülmeden 20-30 dakika gün ışığına maruz bırakılması D vitamini sentezi için yeterli olmaktadır. Sisli havaların sık olduğu bölgeler, fabrika dumanları veya araba egzosları ile aşırı kirlenen havanın solunduğu alanlar, kapalı giyim tarzı tercihleri yeterli D vitamini oluşumunu engeller.

Genel olarak, erişkinlerde normal D vitamini düzeylerini sağlamak için gereken D vitamini dozu 400- 800 IU’dir. Bu miktarda D vitamini içeren bir takviyenin alınması yeterli olacaktır. Bebekler ve çocuklar için verilen multivitaminlerin çoğuna da D vitamini eklenmektedir. Ülkemizde bebekler için sadece D vitamini içeren damlalar bulunmaktadır. 

NOT: Yukardaki bilgilendirmeler ışığında, kendisi veya çevresinde D vitamini eksikliği olduğunu düşünenlerin Tanı ve Tedavi için  İç Hastalıkları   veya   Endokrinoloji Uzmanına başvurmasını öneririz

(Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği
Osteoporoz ve Diğer Metabolik Kemik Hastalıkları
Çalışma Grubu'ndan alıntıdır.)
(Resim alıntıdır.)
Comments: (0)
   Dün Aleyna ile birlikte, "Evim" animasyon filmini izlemeye gittik. Aleyna tabii ki çok mutluydu. "-Bu benim en güzel günüm." deyip duruyordu.:-) Ayıptır söylemesi, patlamış mısırımızı, suyumuzu aldık ve filmi keyifle izlemeye başladık. Öncelikle şunu belirteyim, izlemeye başladıktan sonra öyle hızlı bir şekilde ara vakti geldi ve sonrasında da öyle hızlı bir şekilde film bitti ki, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Bu sanırım size, ne kadar sürükleyici, eğlenceli bir film olduğunu anlatmaya yetmiştir. Zaman zaman hüzünlü geçişleri de olan ama çoğunlukla komik, eğlenceli, hareketli bir filmdi.Bu arada görsel efektleri de güzeldi. Sadece, benim düşüncem, filmin süresi biraz daha uzatılarak ya da süre daha iyi kullanılarak, 'Of' ile 'Lüle' arasındaki dostluk daha yoğun bir şekilde işlenebilirdi. Ama yine de genel olarak çok güzel bir film izledik. Sinemadan mutlu bir şekilde ayrıldık.
 Filmin konusunu anlatmıyorum. Çünkü bana kızmanızı istemiyorum.:-)  Ama eğer keyifli bir gün geçirmek istiyorsanız; çocuğunuzla, olmadı eşinizin, dostunuzun çocuğuyla, olmadı boşverin gidip rahat rahat izleyin.:-)  İyi seyirler...:-) 
(Resimler alıntıdır.)

Ahmet Emir'i dördüncü ay aşıları için sağlık ocağına götürdüğümüzde, hemşire hanım, Ahmet Emir'in demir ilacına başlaması gerektiğini belirtti ve bize "Vegaferon" adında bir demir ilacı verdi. Ahmet Emir 7 kilo olduğu için de, günde 7 damla vermemiz gerektiğini ekledi. Biz, 3-4 gün bu damlayı verdik. Sonra; bebeğe, neden kan yapıcı demir damlaları verdiğimizi merak ettim. İnternete girdim ve başladım araştırmaya. Konuyla ilgili araştırmaları,forumları, yazıları okudum. Sadece anne sütü alan ya da (anne sütünün yetmediği durumlarda) anne sütüyle beraber mama da alan bebeklerde ilk altı ay (özel bir durum yoksa) demir seviyesinin yeterli olduğu belirtiliyordu.Altıncı aydan sonra ise; ek gıdalara başlandığında , bebeğin demir seviyesinin artık yeterli olamayabileceği belirtiliyordu. Böyle bir durumda da bebeğe kan tahlili yapılarak, eğer kan değerleri düşükse demir damlalarına başlamanın daha uygun olduğu belirtiliyordu. Ayrıca demir damlalarında sağlığa zararlı olan 'paraben' bulunduğu belirtiliyordu. Hatta 2012 yılında, sağlık ocaklarının dağıttığı 'ferro sanol' denilen demir ilaçlarının, yapılan analizler sonucu, kullanıma uygun olmayan bazı serilerinin, sağlık bakanlığı tarafından eczane, depo ve hastanelerden geri çekildiğini öğrendim. Üstelik, bebeği dört aylıkken demir damlalarına başlayan ve bebeğinde kabızlık sorunu başta olmak üzere çeşitli sıkıntılar yaşayan annelerin yazdıklarını okudum. Demir, sindirimi zor bir mineral olduğu için bebeklerde çeşitli sıkıntılar yaratabiliyormuş. Ayrıca bebeğin demir seviyesi zaten yeterliyse, fazladan verilen bu demir damlaları , zehirlenmeye veya gelişim bozukluklarına sebep olabiliyormuş.
 Ahmet Emir'in doktoruyla görüştüm. "Zorunlu değilsiniz ama biz tavsiye ediyoruz. Yalnız demir damlaları verdiğimiz bebeklerin bazılarında, demir emilimi zor olduğu için bebekler bazı sorunlar yaşayabiliyor. Biz bu durumda demir damlalarını kesip bir ay sonra tekrar deniyoruz.Karar sizin. "dedi.
Eczacımızla da görüştüm. "Biz demir takviyesini genelde yedinci aydan sonra öneriyoruz. Sağlık ocakları dördüncü ayda veriyor. Ama bebeğinize demir ilacı verip vermemek sizin kararınız. Ben kendi çocuklarıma vermedim." dedi.
Biz eşimle bu konuyu detaylı bir şekilde düşündük. Bebeğimizin gelişiminde de maşaallah bir sorun olmadığı için, Ahmet Emir altı aylık olana kadar, demir damlası verme konusunu askıya aldık. Bebeğimiz altı aylık olduğunda, yine doktorumuzla da görüşerek, kan tahlili sonucuna göre hareket edeceğiz. Tabii bu bizim kendi bebeğimiz için verdiğimiz, kendimizce en doğru karar. Siz de bu konuyla ilgili karar verirken, araştırmalı, okumalı, doktorunuza ve eczacınıza da danışarak, bebeğinize en uygun olan kararı vermelisiniz. Çünkü her bebek farklıdır.

Ahmet Emir'i, salı günü(24 Mart 2015), sağlık ocağına, dördüncü ay aşılarını yaptırmaya götürdük. Bir bacağından zatürre, bir bacağından karma aşısı yaptılar. 
Ben de bu aşılarla ilgili internette araştırma yaptım. Merak ettiğim sorulara cevap aradım. Bebeklerimize yaptırdığımız; ancak neden yaptırdığımızı bilmediğimiz bu aşıları, tanımamız gerektiğini düşünüyorum.

İşte bu konuyla ilgili sorular ve uzmanından cevaplar:

İçinde virüs ya da bakteri bulunan aşılar bebeğe zarar veriyor mu?
Aşılar içindeki bakteriler ve virüsler, çoğalma yani hastalık oluşturma yeteneklerini kaybetmiş olup, zayıflatılmış veya ölü yapıdadırlar. Aşı yapılan çocuk sadece bağışıklık (hafıza hücreleri) oluşturacak kadar virüs veya bakteriye maruz kalır. Bu sebeple bebeğe zarar değil aksine fayda sağlarlar.

Aynı günde iki canlı aşı yaptırılabilir mi?
Aynı günde iki canlı aşı yapılabilir, mahsuru yoktur.

Karma aşı bebekleri hangi hastalıklardan koruyor?
Karma aşı dediğimizde Difteri, Boğmaca, Tetanoz, Çocuk felci, Hemofilus influenza B (menenjite-zatürreye-orta kulak iltihabına neden olur) dediğimiz 5 adet hastalığının aşısını kastediyoruz. Bu 5 hastalık son derece tehlikeli, öldürücü ve hasar bırakabilen tablolara neden olur.

Zatürre aşısı mutlaka yapılmalı mı?
Zatürre aşısı “Pnömococ” olarak adlandırdığımız bir mikrobun aşısıdır. Pnömococ mikrobu zatürreye yol açan yüzlerce mikropdan sadece birisidir. Tehlikeli ve öldürücü olabilir. Pnömococ mikrobu sadece zatürre yapmaz; menenjit, orta kulak iltihabı, sinüzit gibi diğer hastalıklara da neden olur. Yapılması zorunlu bir aşıdır. Özellikle bağışıklık sistemi hassas, dalağı alınmış hastalarda, kronik böbrek, kronik kalp, şeker, kronik karaciğer hastası olanlarda ve orak hücreli kansızlığı olanlarda mutlaka uygulanmalıdır.

Su çiçeği aşısı zorunlu mu?
Su çiçeği aşısı artık zorunlu bir aşıdır. Su çiçeği mikrobu çok bulaşıcıdır ve salgınlara neden olur. Suçiçeği mikrobu bağışıklık sistemini en çok baskılayan virüslerden biridir. Genelde hafif geçirilen bir hastalık olmakla beraber bazen ağır tablolara yol açabilir. Ensefalit (beyin dokusunda iltihap), zatürreye sebebiyet verebilir. Hele bağışıklık sistemi baskılanmış, kanser tedavisi gören veya bağışıklık sistemini baskılayan ilaçları kullanan hastalarda mutlaka uygulanmalıdır. Suçiçeği aynı zamanda hamileler için tehlike arz eder. Zira doğacak bebekte doğumsal bozukluklara neden olabilir.

İshal aşısını yaptırmak yararlı mı, ne zaman yapılmalı?
Elbette ki yararlı. Çünkü ishal, özellikle 5 yaş altı çocuklarda ciddi ve hatta bazen hayatı tehdit eden ve ölümle sonuçlanabilen tablolara yol açabilir. Rotavirüs, hemen pek çok vakada hastane yatışı gerektiren, bebekleri çok hırpalayan bir sürece neden olur. Rota aşıları ilk dozu 3.aydan önce yapılmak kaydı ile kullanılan aşıya bağlı olarak 2 veya 3 doz olarak yapılır. Üstelik uygulanması son derece kolay olup, ağızdan uygulanmaktadır.

Aşılar bebekte kısırlığa neden olabilir mi?
Aşıların hiçbiri kısırlığa neden olmaz.

Aşılardan sonra görülebilecek yan etkiler nelerdir? Bunların hangisi olursa hekime başvurmak gerekir?
Aşılarda yüksek teknolojinin kullanımı nedeni ile artık eskiye göre aşı yan etkilerini çok az görmekteyiz. Aşılarda görebileceğimiz genel yan etkiler; ateş, huzursuzluk, aşı yapılan yerde kızarıklık, sertlik, döküntüyü sayabiliriz. Düşüremediğimiz ateş, aşırı huzursuzluk, uykuya eğilim, genel durumda farklılaşmaya neden olacak her türlü durumda doktorunuza başvurabilirsiniz.

Rutin aşı şeması dışında; meningokoksik menenjit (9.ay veya 1 yaş sonrası) ve Rahim ağzı kanser aşısı (9-12.yaş), grip aşısı ve bazı özel durumlarda uygulanan kuduz, kolera, tifo, sarı humma gibi aşılar da uygulanımdadır.

Çocukluk dönemi aşıları ne zaman bitiyor? En son hangi aşı yapılıyor?
Çocukluk dönemi aşıları 4-6 yaş arasında yapılan kızamık-kızamıkçık-kabakulak ve su çiçeğinin 2.dozu, karmanın tekrarı ile bitiyormuş gibi görünmekle beraber okul aşıları ve erişkin aşıları ile devam ederek bu konudaki özenimizi tüm yaşantımız boyunca göstermemizi ve yenilikleri ve gelişmeleri takip etmemizi gerektirmektedir.

AŞI TAKVİMİ
Doğumda Hepatit B.
1.Ay Hepatit B.
2.Ay DaBT – IPV – Hib, BCG, Pnomokok.
3.Ay Rotavirüs
4.Ay DaBT – IPV – Hib, Pnömokok.
5.Ay Rotavirüs (Rota aşısı seçilen aşıya bağlı olarak 3 dozda olabilir.)
6.Ay DaBT – IPV – Hib, OPV (Ağızdan çocuk felci), Hepatit B, Pnömokok.
18.Ay DaBT – IPV – Hib, OPV (Ağızdan çocuk felci), Hepatit A.
24.Ay Hepatit A.
4-6 Yaş Kızamık – Kızamıkçık – Kabakulak – Su Çiçeği – Oral Polio – Dt.
(Alıntıdır.)




Aleyna, iki yıldır, İstanbul, Pendik'te bulunan Gündönümü anaokulunda eğitim görüyor.Önümüzdeki Eylül ayında da, Allah'ın izniyle, ilkokula başlayacak. 
Her ebeveyn için, anaokulu seçimi çok önemlidir. Bizim için de öyleydi. Bir yandan evine alışkın,güvenli bir ortamda sizinle huzurla yaşayan, dış dünyaya tamamen uzak anakuzunuzun, anaokulunu benimseyebilmesi; bir yandan da bu anaokulunun çocuğunuza kazandırabildikleri gerçekten çok önemli. Gözünüzün, aklınızın, kalbinizin arkada kalmaması gerekiyor. Yavrularımız bizim için çok kıymetli. Onları mümkün olan en iyi şekilde, huzurlu, kendine güvenli, sevgi dolu, saygılı ve başarılı bireyler olarak hayata katmak bizim en önemli görevimiz. Bunu yapabilmek için de, onlarla ilgili vereceğimiz kararları; iyi düşünüp, iyi tartmamız gerekiyor.
Biz de elimizden geldiğince, Aleyna'nın okul hayatına iyi başlayabilmesini sağlayabilmek amacıyla; anaokullarının yetkilileriyle görüşmeler yaptık. Çocuklara yaklaşım, temizlik ve yemek anlayışlarını, eğitim programlarını değerlendirdik. Çevremizden bilgiler topladık. Ve 'Gündönümü Anaokulu' ile yollarımız kesişti.
 Anaokulunun kurucusu ve yöneticisi Esat bey, çocukları ve işini seven, çocuklarla çok ilgili, temizlik konusuna, beslenme konusuna çok önem veren, eğitim konusunda ise çok ileri görüşlü bir bey. Esat bey'in, ailesiyle beraber, aslında kendilerinin kullanımı için yaptırmış oldukları ancak sonra anaokulu olarak kullanmaya karar verdikleri iki katlı, bahçeli çok şirin bir ev olan anaokulu; çok temiz, çok geniş, ferah, depreme dayanıklı, yerden ısıtmalı ve çocuklara uygun olarak , çok güzel ve modern bir biçimde döşenmiş.
Aşçı Hülya hanım, leziz yemeklerini, birinci sınıf ürünler kullanılarak hazırlıyor.(habersiz gittiğimiz halde, buzdolaplarına kadar açıp göstermişlerdi.Ve Hülya hanım, ikindi kahvaltısı için hazırlamış olduğu  nefis kekten ikram etmişti.)
Pedagog Burcu hanım(hergün anaokulunda bulunuyor), sınıflara girerek çocukları tek tek takip ediyor, oyunlar oynuyor ve zaman zaman da, gelişimlerini takip etmek için testler yapıyor.
Sınıf öğretmenleri, çocukları çok seven, çok ilgili, çok sabırlı :-) ve tecrübeli öğretmenler. Çocukların okuldaki anneleri. Geçen yıl Diğdem hanımdan çok memnunduk, bu yıl da Yasemin hanımdan çok memnunuz.
Hergün İngilizce dersi oluyor. Oyunlarla, kuklalarla, şarkılarla ve tabii ki Esat bey'in getirttiği, konusunda en iyi İngilizce kitaplarla İngilizce öğreniyorlar.(Sınıflardaki akıllı tahtalar da derslerde kullanılıyor.) İngilizce öğretmeni Merve hanıma, zaman zaman Ruben ve eşi de eşlik ediyor. Sayelerinde, Aleynanın İngilizcesi 1,5 yılda gerçekten çok ilerledi.
Diğer branş dersleri; bale, folklör, piyano, satranç, drama, akıl oyunları; konusunda uzman, tecrübeli öğretmenler tarafından veriliyor. Biz hepsinden de çok memnunuz. Aleyna bize branş derslerinde öğrendiklerini anlatıp, gösterdikçe, ne kadar doğru bir karar verdiğimizi tekrar tekrar anlıyoruz.
Aleyna, maşaallah çok mutlu bir şekilde okula gidip geliyor. Bu mutlulukta çok büyük emeği olan; öncelikle Esat beye, anaokulunun müdürü Ahmet beye, Yasemin hanıma, bütün branş öğretmenlerine, Burcu hanıma, Hülya hanıma, Filiz hanıma, neşeli, babacan servis şoförümüz Ayhan beye, sevgili eşi Belgin hanıma(oğlum Ahmet Emir'in bahçede üşümemesi için, Ayhan beyin izniyle Aleyna'yı binanın kapısından alıp, akşam binanın kapısına getiren hostes arkadaşlara), ve adını hatırlayamadığımız anaokulunun diğer tüm çalışanlarına ayrı ayrı çok teşekkür ediyoruz. Kızımızı dantel gibi işlemeye çalışırken,  kızımıza kattıkları güzel bilgiler için, emekleri için, özverileri için, yardımları için, herşey için...
Rabbim, seni hep güldürsün meleğim...
  Bebeğimiz maalesef küveze girmişti. Normal şartlarda 17 Aralık'ta doğması gerekirken 22 Kasım'da doğmuştu. Yaklaşık 1 ay önce doğmasına rağmen, maşaallah kilosu çok iyiydi.(4020 gr.) Ama bu kadar kilolu olmasına sebep olan, benim hamilelik şekerimin yüksek olmasından kaynaklı, şeker düşüklüğü problemi ve bu şeker probleminin de sebep olduğu, vaktinden önce doğmasının da sebep olduğu, solunum yetmezliği problemi vardı. Bu sorunları çözmeye çalışıyorlardı.(Daha sonra, bebeğin yenidoğan sarılığı problemini de çözdüklerini öğrenecektim.)
  Bana hamileliğimin 24-28. haftaları arasında 50 gr. şeker yüklemesi yapılmış ve sonuç 141 mg/dl çıkmıştı. Üst sınır 140'tı. Doktorum normalde 100 gr.glikoz ile ikinci bir test yaptırmalıydı.Ancak üst sınıra çok yakın olduğum için bu teste gerek duymadı. İlaç da vermedi. Bana, sadece yediklerime dikkat etmemi söyledi. Yoksa, bebeğin iri, doğum sonrası oluşan şeker düşüklüğü ile şeker hastası olmaya aday olarak doğabileceğini söyledi. Bu durum oluştuktan sonra, yediklerime daha da dikkat ettim. Ama maalesef, erken doğuma da,  bebeğimin küveze girmesine de engel olamadım.
  İnsan empati yapabilir ama empati yaptığı şeyi yaşamak hakikaten çok başka. 8 ay karnımda taşıdığım bebeğim, artık karnımda değildi. Yanımda da değildi. Hatta nasıl bir bebek olduğunu bile bilmiyordum. Boynuna gömülüp öpememiş, koklayamamıştım. 3 gün boyunca da kucağıma alıp öpüp koklayamayacaktım. Tabii başta, ne kadar süre küvezde kalacağı belli değildi. Ancak en önemlisi bebeğimizin ne zaman iyileşeceğiydi. "Bebeğimize birşey olmaz değil mi?" soru ve korkusu da buna eşlik ediyordu.
  Bebek yoğun bakım ziyaret saatini beklemeye başladık. İlk kez yoğun bakımda bebeğimizi gördüğümde, tanıştırıldığımda, müthiş sevinçle karışan o derin hüznü (küvezde ve solunum cihazına bağlıydı,serum veriliyordu.)hiç unutamıyorum. Korkarak eline , tenine dokunabildim. Tek tesellimiz, orada ona iyi bakılacağı ve iyileştirileceğiydi.
  Üzüntüden olsa gerek sütüm de gelmiyordu. Şekeri dengelenince serumu kesip süte geçeceklerdi. Süt pompasıyla 2 gün boyunca uğraştım. Ama sütüm gelmedi. Mama vermeye başladılar. Sonradan çok şükür ki sütüm gelmeye başlayacaktı.
  Hastaneden çıkma vakti geldiğinde,(doğumdan iki gün sonra) bebeğimizi orada bırakıp ; eve yine 3 kişi(eşim, ben ve kızım) olarak dönmek hiç kolay olmayacaktı. Üstelik onu ne zaman evimize götürebileceğimiz de belli değildi. Net birşey söylemiyorlardı. Ne zaman tamamen iyileşip çıkmaya hazır olursa, o zaman bize haber verip taburcu edeceklerdi. O zamana kadar da ziyaret saatlerinde gidip görmeye ve pompayla çektiğim sütümü vermeye devam edecektik.(Bu arada, doğum yaptığım hastanede, bebek yoğun bakım servisine, maalesef sadece bebeğin anne ve babasını alıyorlar. Kızım, kardeşinin sadece fotoğrafını görebilmişti. Hayal ettiği bu olmadığı için de çok üzülüyordu.)
  Çok şükür ki bekleyişimiz uzun sürmedi. Eve geldiğimiz günün ertesi günü telefonumuz çaldı. Hastaneden arıyorlardı. Ahmet Emir'in kıyafetlerini getirmemizi, bir aksilik olmazsa çıkartacaklarını söylediler. Nasıl hastaneye gittiğimizi hatırlamıyoruz. Küçük prensimiz iyiydi ve çıkmaya hazırdı.
  Veeee mutlu son. Bebeğimizi kucağımıza alıp evimize getirdik. Sonunda hep birlikteydik. Ayrılık bitmişti. Artık bebeğimizi doya doya öpüp koklayabiliyorduk.Allah herkese; bebekleriyle beraber, sağlıkla evlerine dönebilmeyi ve bebeklerini(altın toplarını)sağlıkla büyütmeyi nasip etsin inşaallah.
Rabbim, bütün bebekleri nazarlardan korusun.
Ve annelerine, babalarına bağışlasın...



Biricik oğlum
Hamileliğim zor geçiyordu. Yedinci ayda ufak ufak başlayan sancılar, ağrılar maalesef erken doğumun habercisiymiş. İlk hamileliğimde de çok korkmuştum erken doğumdan. Çok şükretmiştim bebeğim zamanında doğduğu için. Maalesef ikinci bebeğim zamanında doğmadı. Ama ikimiz de bu durumu sağlıkla atlatabildik ya buna şükrediyorum. 
    Gece başlayan şiddetli sancılarla hastaneye gittik. Nst cihazı, doğum sancılarının başladığını gösterince; başımızdan aşağı kaynar sular döküldü. Doktorum bu sancıları hafifletebileceğini ve evime dönüp iyice kötüleştiğimde tekrar hastaneye gelebileceğimi söyledi. Ama ilk doğumum sezeryan olduğu için; bu sancılarla dikişlerimin açılabileceğini ve böyle birşey olduğunda hastaneye yetişmek için sadece 5 dakikamız olduğunu da söyledi. Dikişlerim açılırsa bebeğin de benim de hayati tehlikemiz olacaktı.   
    Doğuma daha 1 ay vaktim vardı. Ve bebeğimiz büyük ihtimal küveze girecekti. Daha önce çevremde, bebeği küveze giren tanıdıklarım olmuştu. Bebeğin verdiği hayat mücadelesine, arkadaşlarımın o derin üzüntülerine şahit olmuş ve ben de çok üzülmüştüm. Şimdi bizim başımıza da aynı olay gelmişti. Doktor düşünüp karar vermemiz için bizi dışarıya aldı. En doğrusunun doğum yapmam olduğuna karar verdik. Kötünün iyisini seçtik. Kararımızı doktoruma söyledikten yaklaşık 15-20 dk. sonra hastanedeki yatağımda yatıyordum. İlk doğumum da sezeryan olmuştu. Nasıl olduğunu biliyordum ama bu farklıydı. Belki hamileliğimin çok erken evrelerinde değildim ama yine de doğumuma 1 ay vaktim vardı. Doğumdan sonra bebeğimizin sağlığıyla ilgili birşeyler ters gidebilirdi. Böyle birşeyin olma ihtimali bile dibe vurmama yetiyordu. Sonra narkozla tamamen uyutulacaktım. Ameliyatta bende de birşeyler ters gidebilirdi. Bu durumda eşimi, kızımı, sevdiklerimi bir daha göremeyebilirdim. Oğlumu ise hiç göremeyebilirdim. İnsan o durumda herşeyi düşünüyor. Çok karışık duygular içinde saat 14:10 da beni ameliyathaneye götürdüler. Kolumdan bir iğne yaptılar. Saniyeler içinde herşey silindi. 
    Gözümü açmaya çalışırken; bebeğimi ve kızımı sorduğumu hatırlıyorum. 



Comments: (0)
   
 Geçtiğimiz ay, Ahmet Emir'i 2. ay kontrolü için hastaneye götürdüğümüzde; çocuk doktorumuz bir aşıdan bahsetti. Rota virüs aşısı. 
     Aleynaya bebekken bu aşıyı yaptırmıştık. Sonrasında rota virüsüne yakalanmıştı ama maşaallah kolay atlatmıştı. 
     Doktorumuz, eğer bu aşıyı yaptırmak istiyorsak;(sağlık bakanlığınca zorunlu tutulmayan özel bir aşı) bebeğimiz 3 aylık olduğunda, en geç 3 ay 10 günlük oluncaya kadar, karar verip yaptırmamız gerektiğini söyledi. Doktorumuzun tavsiyesi ise bu aşıyı yaptırmamız yönündeydi. Bebeğin rota virüsüne yakalanmayabileceğini ancak yakalansa bile aşı olduğu için hastalığı hafif atlatacağını belirtti. Aşı yaptırılmayan bebeklerde ,hastalığın  ağır seyrettiği vakalarla karşı karşıya kalabildiklerini de belirtti.
     Aşıyı araştırmak istedik. Önce aile hekimimize danıştık. Aşının koruyuculuğunun çok yüksek olmadığını, sağlık bakanlığının da bu yüzden zorunlu tutmadığını belirtti ve bizim insiyatifimize bıraktı. İnternette araştırma yaptım. Annelerin yaşadıklarını okudum. Aşı yaptırmayıp, bebeği hastalığa yakalanınca bebeğini hastaneye yatırmak zorunda kalan ve büyük üzüntüler ve sıkıntılar yaşayan annelerin yaşadıklarını... 
     Biliyoruz ki bütün aşılarda vücuda zayıflatılmış ya da öldürülmüş hastalık mikrobu veriliyor. Vücut, bu mikrobu tanıyıp buna karşı antikor üretiyor. Yani hastalığı tanıyor. Bu hastalığın canlı mikroplarına maruz kaldığında da ya biz farketmeden vücut bu hastalığı atlatıyor ya da hastalık kendini gösteriyor ama vücut bu hastalığı çok daha hafif atlatıyor. Aşı da zaten bu nedenle çok faydalı ve yapılıyor. Biz de ,bebeğimizin hastalığa yakalanıp da ağır bir şekilde hastalığı geçirme riskini göze alamadık ve aşıyı yaptırma kararı aldık.
     27 Şubat günü , Ahmet Emir 3 ay 5 günlükken doktoruna götürüp bu aşıyı yaptırdık. Aşı ağızdan yapılıyor. İğnesiz. Yani aşı sıvısı bebeğin ağzına dökülüyor. O da ağzının içine dökülen sıvıyı yutuyor. Aşının tekrarı, Ahmet Emir 5 aylıkken yapılacak. ( Bilgi amaçlı: Aşının fiyatı 140 tl.idi.) 
     Ahmet Emir gelecek aylarda farklı aşılar da olacak. Bu aşılarla ilgili yaşadıklarımızı da paylaşmaya çalışacağım.
Umarım bebeklerimizin sağlıklı, hayırlı, uzuuun ömürleri olur.:-) 

   İkinci hamileliğim maalesef yine zor bir hamilelikti. Bulantılar, koku hassasiyeti, ağrılar, sızılar, nefes darlıkları... Yani bir hamilenin başına gelebilecek neredeyse herşey. :-) 
    Bu benim tarafımda bu şekilde yaşanırken; bebeğimiz tarafında da başka türlü yaşanıyordu. Bu noktada, ailelerin evlatlarının başına gelmesinden korktukları birşeyden bahsetmek istiyorum. "Down sendromu".
    37 yaşındaydım ve bebeğimizde down sendromu olma riski yüksekti. Detaylı ultrason vakti geldiğinde, hastanenin detaylı ultrasonu çekecek doktoruna gittik. Ultrasonu çektikten sonra, "Ense kalınlığı" dedi,     " Fazla" dedi ve sonra " Amniyosentez yapalım, büyük ihtimal down sendromlu." dedi. Donduk kaldık. O an, bunu yaşayan herkesin ne hissettiğini anladığımız, zamanın durduğu andı. Şaşırsak mı, üzülsek mi, ağlasak mı, korksak mı bilemedik. Eve döndüğümüzde hâlâ şoktaydık. Bu durum yüzde yüz net değildi. Ama doktor hiç ümitli de durmuyordu. Amniyosentezin az da olsa riskli olduğunu biliyordum. Bir arkadaşım, amniyosentez nedeniyle erken doğuma girmiş ve bebeği zor kurtarmışlardı. 
  Bebek nasıl olursa olsun kabulümüzdü. Allah'ın verdiğine , nasıl olursa olsun razıydık. Bu nedenle de razı olduğumuz bebeğin hayatını amniyosentezle riske atmak istemiyorduk. Ama bu durumun gerçeklik yüzdesini de biraz daha netleştirmek istiyorduk. Çünkü o zaman kendimizi ve çevremizi bu duruma hazırlamak daha kolay olacaktı. Sabaha kadar interneti araştırıp durduk. Sonunda detaylı ultrasonu başka bir uzmanla tekrarlama kararı aldık. O gece hayatımızın en uzun gecesiydi. Ertesi gün doktorumuzun önerdiği bir profesöre gittik. Hiçbir şey söylemedik ve ultrasona girdim. Bu haftada, bebeğin ense kalınlığının hiçbir önemi olmadığını, bebeğin sağlığında en ufak bir sorun gözükmediğini, söyledi. Bizim paranoyakça, tekrar tekrar sormamıza rağmen; sabrını koruyup hiçbir sorun olmadığını tekrarladı:-) O anki mutluluğumuzu anlatmama ,sanırım gerek yoktur. 
       Burada şunu da özellikle belirtmek istiyorum. Herkes bebeğinin tabii ki sağlıkla dünyaya gelmesini ister. Ancak herşey Allah'tan. " Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler." Biz bilmediğimiz için, down sendromundan korkmuştuk. Ama araştırınca, bunun korkulacak birşey olmadığını ve o bebeklerin de aslında çok özel olduğunu öğrendik.  Bu nedenle, eğer bebeğimize "down sendromu" denseydi, biz bebeğimizi yine mutlulukla karşılayacaktık.



Geçen gün "Derya'nın Dünyası" programına , ziraat mühendisi ve ekolojik yaşam uzmanı Erkan Şamcı konuk oldu. Çocukların elini, suyun olmadığı yerde dezenfekte etmek için,  yetişkinlerin de tabii ki kullanabileceği " el temizliği için ekolojik solüsyon" tarifi verdi. 
Solüsyon şu şekilde hazırlanıyor:
Kozmetik ürünler satan bir dükkandan 100 ml.lik bir fısfıs şişe alınır. İçine, 5 ml.lik şırınga ile 5 ml.sirke, 5 ml.limon suyu, 3 kapsül E vitamini(delinip içine sıkılır.), 30-40 damla lavanta yağı, 30-40 damla limon yağı koyulur. Bunların üzeri, kaynamış ve ılımış suyla doldurulur.Her kullanımda çalkalanır. Güvenle kullanılabilecek çok güzel bir dezenfektan solüsyon tarifi. 
  Bu arada Erkan Şamcı'nın yeni kitabı " Kadınların Altın Kitabı" çıkmış. Bu kitabı ve daha önce yayınlanmış olan "Ekolojik Temizliğin Kitabı" adlı kitabını en kısa zamanda kütüphaneme katacağım.

Comments: (0)


  Cuma günü, Ahmet Emir'i babasına bir iki saatliğine bırakıp; Aleyna ile kız kıza gezmeye gittik.:-)  Hava çok soğuktu. Her ihtimale karşı evden uzaklaşmak da istemedim. Ben de Aleyna'yı, çok sevdiği bir yere götürdüm. Neomarin alışveriş merkezinin içindeki "Safari Park'a". Hangi çocuk lunapark'ı sevmez ki ! Aslında büyükler de çok seviyor.:-) Çocukların mutluluğunu izlemek, kendi çocukluğunu hatırlamak, bazı oyuncaklarda da çocuğuna eşlik etmek, iyi geliyor insana. Bu arada unutmadan, safari park'a büyükler için de bir, iki oyuncak:-)  koymuşlar.
  Makinalar jetonla çalışıyor. Jetonu istediğiniz adette alabiliyorsunuz. Safari parkla ilgili negatif söyleyebileceğim tek şey, jetonların fiyatının ucuz olmaması. 10 jeton 30 tl. Bazı makinalar tek jetonla, bazıları iki jetonla çalışıyor. Yani zaten çok alamadığınız jetonlar, kısa bir sürede de bitiyor. 
   Aleyna jetonları alıralmaz hemen favori makinalarına gitti. Arı, tren ve atlı karınca. :-)  Sonra da kalan jetonları seçtiği diğer makinalarda harcadı. Çok mutlu olmuştu.O mutlu olunca, haliyle ben de çok mutlu oldum. Oradan çıkıp Neomarin'de biraz alışveriş yaptık. 
Kapalı mekânları pek sevmesem de, soğuk, yağmurlu kış günlerinde, çocukları mutlu etmek için çok ideal bir yer, Neomarin, Safari Park.
 

Bu son bölümde, emziren annelerin sıklıkla karşılaştığı, benim de yaşadığım iki sorundan daha bahsetmek istiyorum. İlki süt düğümlenmesi. Ateş, göğüste kızarıklık, ağrı, sertlik, şişlik. Böyle bir durumda, öncelikle yapılacak iki şey var. Birincisi, göğüslere sıcak kompress yapmak       (yakmayacak sıcaklıkta ıslatılmış ya da ısındırılmış havluyla göğüsleri sarmak); ikincisi de düğümlenme olan göğsü, çok acı olsa da boşaltmak. İlk olarak bebeğin emerek boşaltmasını denemek, olmuyorsa pompa yardımıyla çekmek. Bunları yaptıktan sonra da hemen kadın doğum doktorunuza gitmeniz gerekiyor. Antibiyotik tedavisine başlanabiliyor ki ben de öyle olmuştu. Bu durumda emziriyorsanız, kullanacağınız ilaçların bebeğe zarar vermeyeceğini özellikle açığa kavuşturun. Eğer doktora gitmeyip kendiniz çözmeye çalışırsanız daha da kötüleşir ve geç kalındığında daha yoğun antibiyotik tedavisi ya da cerrahi girişim gerekebilir. Bu durumda da bebeğinizi emziremeyeceğiniz için maalesef sütünüz kesilir. Bu nedenle, böyle bir durumla karşılaşıldığında vakit kaybetmeden doktora gitmek gerekiyor. Ben doktorumun verdiği ilaçların faydasını hemen görmüş ve emzirmeye devam edebilmiştim.

Yaşadığım bir diğer sorun; bebeğin ağzında pamukçuk hastalığı olması ve emzirme yoluyla da göğüslere mantar hastalığının bulaşması. Bu da emziren annelerin karşılaşabileceği sıkıntılı bir durum. Böyle bir durumla karşılaşıldığında ; bebeğin de sizin de hemen tedavi edilmeniz gerekiyor. Bebeğe çok acı veren ve emmesini etkileyen bu durum, aynı zamanda annenin de emzirmesini etkiliyor. Kaynatılmış ve ılıtılmış suyla ıslatılmış gazlı bezle, her emzirme sonrası, bebeğin dilinin ve yanak içlerinin nazikçe silinmesi gerekiyor. Ve tabii doktorunuzun bebeğinize  verdiği ilaçların kullanılması. Böyle bir durumla karşılaştığınızda sizin de cildiye doktoruna gitmeniz gerekiyor. Ben, doktorumun bana verdiği kremleri sürmeden önce, yine bu şekilde hazırladığım gazlı bez yardımıyla göğüs temizliğimi yapıyordum. Doktora girer girmez emziren bir anne olduğunuzu mutlaka belirtmelisiniz. Böylece doktorunuz bebeğinize zarar vermeyecek ilaçları seçecektir. Tabii emzirme öncesi de, bu kremlerin temizlenmesinin gerekli olup olmadığı, mutlaka doktora danışılmalı. 
Herkesin hamilelik ve lohusalık hikâyeleri farklıdır. Benim yaşadığım sıkıntıları, siz hiç yaşamayabilirsiniz ki umarım yaşamazsınız.:-) Ancak unutmamak gerekiyor ki, hamilelik ve lohusalık tabii ki, illa ki kolay bir süreç değil. Ama hamilelik de,  ( karnınızda büyüyen o muhteşem varlığı hissetmek) lohusalık da  ( o minicik bebeğinizin size bakışını görerek kucağınıza almak ve kokusunu içinize çekmeye başlamak) bir bayanın hayatta yaşayabileceği en muhteşem dönemler...


Doğuma gidişim ve ameliyata girişim çok rahat olmuştu. Hiç ameliyat olmadığım için, ameliyata elimi kolumu sallaya sallaya girmiştim.:-) Ama ameliyattan sonra gözlerimi açtığımda ; durum biraz farklı olmuştu.:-)  Narkozun etkisi geçmeye başladıkça acılarım artıyordu. Ama bebeğim o kadar tatlıydı ki! :-) Ve acıkmıştı. :-) Emzirmeye başlamam gerekiyordu. O gün anladım ki, bebeği sözkonusu olduğunda, o acılarla bile doğrulup emzirebiliyormuş bebeğini insan. O bebeğin ,9 ay karnımda taşıdığım, benim ve eşimin bir parçası olduğunu bilmek; o kadar muhteşem bir duyguydu ki! Sözün bittiği yer...
Sezeryan olduğum için, sütüm çok gelmiyordu. Bebeğimse devamlı emmek istiyordu. Ameliyat yerlerimin acıması nedeniyle; yatarak emziremiyordum. Oturarak emziriyordum. Bir yandan da, ameliyat sebebiyle, bağırsakların çalışması için yürünmesi gerekiyordu. O gece 2-3 saat uykuyla ertesi güne devretti. Tahmin edersiniz ki, bu uykusuz gecelerin ilk habercisiydi.:-) Bu da yetmezmiş gibi, bu çırpınışların arasında sırt kaslarım tutuldu. Yani halk tabiriyle, sırtıma yel girdi. Anladım ki, lohusayken, özellikle hastanede, yatakta bile yeleğimi çıkarmamalıymışım. :-) Tabii bu benim için kötü bir tecrübe edinme yolu olmuştu.
2 gün sonra hastaneden eve gelmek gerçekten çok güzeldi. İlk bir hafta, on gün ameliyatın sıkıntılarını  oldukça üst seviyede yaşadım. Ama sonra hızla iyileştim ve bütün sıkıntılar geçti. 

Lohusalığım boyunca kızım hep göğsümdeydi.(Daha sonra da hep göğsümde kalacaktı ya, neyse:-) ) Devamlı emip göğsümde uyuyup, tekrar emmek istiyordu. Göğüs uçlarım çok kötü yara oldu. Bu noktada, bana hızır gibi yetişen iki muhteşem üründen bahsetmek istiyorum. Birincisi, Lansinoh göğüs ucu kremi, ikincisi de Avent göğüs kalkanı. Kremi her emzirmeden sonra sürüyordum ve hemen kalkanı koyuyordum. Kalkan sayesinde, hem krem silinmeden kalabiliyordu, hem de göğüs uçları hava aldığı için krem daha çabuk iyileştiriyordu. Üstelik emzirmeden önce kremi silmekte gerekmiyordu. Bu iki ürün olmasaydı nasıl toparlanırdım bilmiyorum. Bu tür sıkıntılar yaşayanlara , bu iki ürünü şiddetle tavsiye ediyorum.
Comments: (0)

 Dün sabah, İstanbul'da nefis bir kar manzarasına uyandık. Her taraf karlar altındaydı ve kar yağmaya devam ediyordu. Aleyna çok mutlu oldu ve tabii ki her çocuk gibi kartopu oynamak ve kardan adam yapmak istedi. 
Ahmet Emir , oğlum, 2,5 aylık olduğu için biz bahçeye, karla oynamaya inemedik. Ama Aleyna babasıyla bahçeye indi ve doyasıya oynadılar. Kardanadam yaptılar. Geçtiğimiz yıllarda, Aleyna ile defalarca kartopu oynamıştık ama kardanadam yapma fırsatımız olmamıştı. O yüzden bu fırsat çok iyi oldu. Aleyna eve geldiğinde mutluluktan uçuyordu. Babası bahçede çok güzel fotoğraflar çekmiş. Sizlerle paylaşmak istiyorum. Mutluluğun fotoğrafları :-) 


Kızım ( Aleyna'm) 30 Ekim 2009'da dünyaya geldi. Ona hamileyken oldukça sıkıntılı günler geçirmiştim. Hamile kaldığımı öğrendiğim andan,(hamileliğimin yaklaşık  ilk ayından) beşinci ayın sonuna kadar çok şiddetli bulantı, kusma ve koku hassasiyetim vardı. Hamileliğimin başında 59 kiloyken, beşinci ayda 54 kiloya düşmüştüm. O dönemde zamanımın çoğu yatakta geçmişti. Serumlar almıştım. Eşim, evin ön tarafındaki buzdolabının kapısını açsa, ben evin arka tarafındaki yatak odasından banyoya koşuyordum. O derece kötüydüm.Sonra çok şükür ki bu sıkıntılar geçti. Ama yerine başkaları geldi.:-)  Yiyebilmeye başlamıştım ama bu sefer de yemek yiyince midem kaynıyordu. Eskisi gibi değildim, çabuk yoruluyordum. Karnım büyüdükçe vücut ağrılarım da başlamıştı. Bel, sırt, bacak, ayak...Bütün bunlar bir kenara, çok şükür ki bebeğimin sağlığı ve keyfi yerindeydi. Süreç sağlıklı ilerliyordu. Herşey yolundaydı. 
Ve ben bebeğimi zamanında, sezeryanla dünyaya getirdim. Bebeğimin sağlığı çok iyiydi. 3320 gr. ve 49 cm. olarak dünyaya gelmişti. Çok mutluyduk. Ama benim için bundan sonra başka zorluklar başlayacaktı.

Comments: (0)




Benim tatlı prensesim Aleyna'mın, ailemizi çizdiği bu güzel resimleri sizinle paylaşmak istiyorum. Resim konusunda çok yetenekli olduğunu düşünüyorum. Umarım gün geçtikçe resim yapma sevgisi daha da büyür ve profesyonel bir şekilde resim yapabilecek kadar kendini geliştirir.
Seni çok seviyorum birtanecik kızım...


    Bu tarihten 3 sene evvel, sadece bir evladımız vardı.Gözbebeğimiz, prensesimiz; kızımız. Aleyna'mız. Hem hamilelik ve lohusalıkta yaşadığım sıkıntılar, hem iş hayatına bir an önce geri dönmek isteyişim, hem de yaşımın biraz:-)  ilerlemiş olması sebebiyle, ikinci çocuğu düşünmüyorduk. Ama Aleyna ( kızım) 3 yaşına geldiğinde;     " Acaba bir kardeşi olsa daha mutlu olur mu?", " Ona bizden sonra da destek olacak, iyi gününde, kötü gününde, onun hep yanında olacak, ( tabii bu durum kardeşi için de geçerli olacaktı) bir arkadaş gibi ama bir arkadaştan öte bir kardeş ihtiyacı olur mu?" , ve tabiiki dürüst olmak gerekirse, bizim için de " Bir evlat tadı daha tatmak ne güzel olurdu!" , "Acaba bir de oğlumuz olur mu?" , " Onun da kız çocuğundan farklı mutluluklarını yaşasak ne kadar güzel olurdu! " düşüncesiyle ; tekrar çocuk sahibi olmaya karar verdik.
    Ama maalesef bir yılı aşkın bir süre hamile kalamadım. Artık ümitlerimizin kaybolmaya başladığı, " - Artık iş aramaya başlasam iyi olacak." diye düşündüğüm bir zamanda, Rabbim lûtfetti, şükürler olsun ki, hamile kaldım. Ve bu sürecin sonunda da, maşaallah ve yine şükürler olsun ki, nur topu gibi bir oğlumuz oldu. Ahmet Emir'imiz.

 O, Aleyna'dan sonra, hayatımıza gelen en güzel şey. Duygularımı anlatabilecek kelimeleri bulmak gerçekten zor. Ama belki Cahit Sıtkı Tarancı'nın şu dizeleri duygularıma biraz yaklaşabilir:
   " Desem ki sen benim için,
    hava kadar lazım,
    ekmek kadar mübarek,
    su gibi aziz birşeysin;
    nimettensin, nimettensin! "

 Seni çok seviyorum küçük prensim,biricik oğlum, iyi ki doğdun!!!




 Bu blogu eşimle beraber hazırlamaya başladığımızda;        ( biricik eşim; ilgisi, fikirleri ve teknik desteğiyle hep yanımdaydı. Ona sonsuz teşekkürlerimi sunuyor ve bu vesileyle onu çok sevdiğimi de belirtmek istiyorum.) gerçekten çok heyecanlanmıştım. Çocukluğumdan beri, utangaçlığımın da etkisiyle, duygularımı hep yazarak ifade etmeye alışkındım. Dilimden dökülmesi zor olan kelimeler, kalemimin ucundan kâğıda hep kolay dökülmüştü. Bu nedenle de , eşim bana böyle bir blogu kurma fikriyle geldiğinde; "- Bu tam benlik!" diye düşünmüştüm. Yazılarımla özgür olabilirdim!!!
   Kısa bir sürede bloğumu belli bir aşamaya getirmiştik. Bazı yazılar yazmıştım. Bloğumu düzenlemiştik. Ama sonra birden inancım kırıldı. Güzel yazılar yazamayacağımı, beceremeyeceğimi düşündüm ve uzaklaştım. Yazamadım. Hata ettim. Çünkü ben  yazmayı, paylaşmayı gerçekten çok seviyordum.
   Geçen zaman içinde hayatımda bazı değişiklikler oldu. Kızım artık 5 yaşında.( Aleyna'm) Ve bir oğlum oldu.             ( Ahmet Emir'im) O da 2,5 aylık. Ben onlarla ve eşimle  beraber devam eden yolculuğumu yeniden yazmaya başlamak, paylaşmak istiyorum. Bu yüzden de, bir deli kızın türküsüyle, bana bu yolda eşlik etmeniz ; beni gerçekten çok mutlu edecek. Anlatacağım, paylaşacağım o kadar çok şey var ki!  Ve tabii ki öğreneceğim... Şimdiden: "Sürç-i lisan edersem, affola!"